Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar!

New York Eski (ama kelimenin tam anlamıyla çok eski, Temmuz 1959 sayısı ki ben daha iki buçuk yaşındaymışım!) Playboy “orta sayfa güzeli” Yvette Vickers, bundan tam bir yıl önce evinde ölü olarak bulundu.

Haberin Devamı

Vickers, film endüstrisinin “B Movie” diye tanımladığı filmler çekmiş, zamanının tanınmış bir yüzüydü. 1950’lerde sinemalarda “iki film birden” uygulaması varken, pahalı bir filmin yanına konulan daha küçük bütçeli filmleri tanımlamak için kullanılan bir deyim bu. Önceleri bu amaçla kovboy filmleri çekilirmiş, sonradan onun yerini bilimkurgu ve korku filmleri almış.

Yvette Vickers, bu filmlerin “aranan bir yıldızı” ve bizim “Dünyayı Kurtaran Adam” gibi “kült” haline gelen korku filmi “Attack of the 50 foot woman” hâlâ unutulmazlar arasında. (Youtube’da filmin tanıtım “parçası” var.) Gerçi o filmde “yardımcı kadın oyuncu” olarak yer alıyor ama internette Vickers’ın “Playmate” pozuna bir göz atarsanız, neden unutulmayacağını anlamakta güçlük çekmezsiniz.

Neyse, konumuz bu değil.

Vickers’ın ölü bulunmasının birinci yılında çok eski bir soru, güncellenerek yeniden piyasaya sürüldü: İnsanlar giderek daha çok mu yalnızlaşıyor?

Çünkü Vickers’in cesedinin ne zaman bulunduğunu biliyoruz, ama ne zaman öldüğünü tam olarak tespit edebilmek mümkün olmadı.

Komşusu ve eski bir hayranı olan Susan Savage onu evinin ikinci katındaki yatak odasında bulduğunda cesedi doğal olarak mumyalanmıştı. Şans eseri (bu nasıl bir şans ise, siz karar verin lütfen) kalp krizi geçirdiğinde çalışır durumdaki klimanın önüne düşmüştü. Klimadan gelen soğuk ve kuru havanın bu mumyalanma durumunu yarattığı düşünülüyor.

Bunun bir çağdaş zaman fobisi olduğunu ve Vickers’ın bunun en tipik örneği olduğunu belirteyim. Yalnız ölmek ve öldüğünüzden kimsenin haberdar olmaması korkusu bu!

Bir yıldan uzun süre evinizin bir odasında ölü olarak yatıyorsunuz ve ancak meraklı bir komşu kapıyı ittirip içeri girince cesediniz bulunabiliyor!

İşin ilginç yanı Vickers, çağımızın standartlarına göre hiç de “yalnız” sayılması gereken bir insan değildi. Öldüğü için yanıtlamaya fırsat bulamadığı 16 bin 57 facebook postası vardı örneğin. Hesabına 881 twit atılmıştı.

The Atlantic
dergisinde Stephen Marche bunu sorguluyor: Facebook ve benzeri siteler insanları daha çok mu yalnızlaştırıyor?

“Sosyal paylaşım sitesi” diye tanımladığımız bir ürünün, insanı yalnızlaştırdığı iddiası sanki bir oksimoron gibi. Sosyal olarak bir şeyleri paylaşıyorsam, nasıl yalnız olabilirim?

Marche
’nin bunun için söyleyeceği çok sözü var.

Mesela diyor ki “1950’lerde Amerika’da içinde bir tek kişi yaşayan hanelerin oranı yüzde 10 iken, 2010’da bu oran yüzde 27”ye çıktı!”

Yalnız yaşamanın, mutlaka “mutsuzluk getireceği” gibi bir iddia yok bunda. Ama bu “yalnızlık” tarifinin şunun gibi olmadığına da dikkatinizi çekmek isterim: 55 yaşına gelmişsiniz, iyi para kazanıyorsunuz. Boğaz manzaralı evinize siz çağırdıkça gelen Gwyneth Paltrow havalı Charlize Theron görünümünde bir sevgiliniz var ama çağırmazsanız gelmiyor, siz de buna “yalnız yaşıyorum” ismini veriyorsunuz! Hayır, böyle bir durumdan söz etmiyorum ne yazık ki.

Günlerce, hatta aylarca konuşabileceğiniz bir tek kişinin bile olmadığı tek kişilik dünyanızdan söz ediyorum.

Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) bir “yalnızlık ölçer” geliştirmiş. 20 sorudan oluşuyor. 2010 yılı araştırmasına göre 45 yaş üstü yetişkinlerin yüzde 35’i “kronik” yalnızlık çekiyor. Bunların yüzde 20’si bu duruma son on yılda düşmüş. Amerika nüfusunun yüzde 20’si, ki 60 milyon kişiye karşılık geliyor, “yalnızlık nedeniyle mutsuz” olduğunu söylüyor.

1985 yılında yapılan araştırmaya göre Amerikalıların yüzde 10’u ciddi bir konuyu konuşabilecekleri herhangi bir kimseye sahip değiller, yüzde 15’inin hayatta sadece bir tek arkadaşı var. Aynı araştırmanın 2004 yılı sonuçları vahametin büyüdüğünü gösteriyor. Herhangi bir arkadaşı olmayanların oranı yüzde 25’e çıkmış, yüzde 20’sinin tek bir arkadaşı var.

Böyle bir ülkede insanların bilgisayar başına geçip, sosyal paylaşım sitelerinde gezinmeleri, yüz yüze iki kelime edemeyecekleri insanlarla bazı şeylerini “paylaşmaları” neden zararlı olsun diye düşünebilirsiniz tabii.

Ama şunu unutmayalım: Bilgisayar başında, evde birilerine “like” yapmanın, mesaj yollamanın, dürtmenin bir alternatifi var. Böyle olanaklar yokken insanlar sokağa çıkıyorlardı. Kimseyi bulamasalar sohbet edebilecek bir barmen, bir berber, bir taksi şoförü bulabiliyorlardı. Kendileri gibi insanların devam ettikleri kulüplere, kahvelere vs. gidip, orada “canlı bir paylaşım” yaşayabiliyorlardı.

Franklin Foer, “Futbol Dünyayı Nasıl Açıklar” isimli kitabında (İthaki Yayınları, Çeviren: Harun İsmail Çırak) en eski holiganlardan biri olan, Chelsea taraftarı Alan Garrison’dan da söz ediyor. Garrison, ilk örgütlü holigan çetesini kuran kişi olarak dünya futbol tarihinde pek de saygın olmayan bir yere sahip ama artık daha çok evinde bilgisayarının başında facebook üzerinden insanlarla iletişim kurabiliyor. Facebook olmasaydı Garrison hiç olmazsa stadyum yakınlarındaki bir pub’a her gün uğrar, iki bira arasında üç sohbet eder, yine evine dönebilirdi.

Bunu “gericilik olsun” diye söylemiyorum. Sosyal paylaşım sitelerinin mutlaka zararlı olduğunu, kapatılmaları gerektiğini iddia etmiyorum. Ama bununla ilgili ciddi bir sorun var ve bence Türkiye’de de bunu tartışmak, araştırmak gerekiyor. Üniversitelerimiz bu işi ciddiye alıyorlarsa tabii!

Mesela “aktif facebook nüfusunun yarısının” yaşadığı Avustralya’da yapılan bir araştırma iyi şeyler söylemiyor.

Facebook kullanıcıları, bilgisayar başında giderek daha çok vakit geçirdikleri için “aile içinde yalnızlık” sorunu yaşıyorlar. 1200 uzun süreli facebook kullanıcısı” üzerinde yapılan bir araştırma önemli bir “sosyal servet” sayılması gereken “yakın arkadaşlık” meselesinin giderek bu işten olumsuz etkilendiğini gösteriyor.

Durumdan şikâyetçi olmayanlar da var kuşkusuz. Bunların başında bugünlerde facebook’u halka açarak milyar dolarları kazanacak olan ve filmindeki karaktere de benziyorsa hiç de sevmeyeceğim bir tip olan Mark Zuckerberg geliyor.

Diğer grup ise facebook’u aslında “avlanmak” için kullananlar. Kadın ya da erkek olmaları fark etmiyor, bunlar esasen yola cinsel partner aramak için çıkıyorlar. Fiyakalı fotoğraflar ve cakalı profillerle arayanın bulabileceği her şeyi de buluyorlar, bazen belaya çatsalar da!

Bugün veda ederken sizlere Hikmet Münir Ebcioğlu’nun güftesi üzerine Teoman Alpay tarafından yazılmış bir nihavend şarkıyı dinlemenizi öneriyorum: “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım!” Zeki Müren icrasıyla tabii!

“Neden dinleyelim ki”
diye soracak olursanız yanıtım da şöyle: “Neden dinlemeyesiniz?”

Facebook’ta vakit geçirmekten iyidir ve belki bu şarkıyı dinlerken kimi aramanız gerektiğini hatırlarsınız.

Yazarın Tüm Yazıları