Hadi gelin 1982 Anayasası’nı yargılayalım

BİR davadan çok ümitliydim, ümitlerim boşa çıktı. Şimdi bir soruşturmadan ümitliyim, bakalım ne olacak.

Haberin Devamı

Ümidim şuydu: Yargının vesile olmasıyla, Türkiye’deki askeri vesayet düzeninin hukuki alt yapısının tartışmaya açılması ve bu tartışma sonunda da o hukuki alt yapının yok edilmesi.
İnternet andıcı davası bana bu ümidi veriyordu. Çünkü, Genelkurmay Başkanlığı, amacı açıkça devlet eliyle toplumu siyaseten biçimlendirmek olan onlarca internet sitesini kurarken ‘yasal bir dayanağa’ yaslandığını öne sürüyordu.
O dayanak ne kadar dayanaktır, eğer gerçekten böyle bir dayanak varsa, bir demokraside böyle bir şey olabilir mi? Sorulmasını umduğum sorular bunlardı.
Ve bu soruları sadece yargı ve kamuoyu sormayacaktı, hükümet de Meclis de kendi kendine soracaktı.
Hayır, maalesef bunların hiçbiri olmadı. Hükümet, internet andıcı davasını askeri vesayet sisteminin hukuken de bitişine vesile etme tercihini kullanmadı. Savcılar da, artık siteler kapandıktan sonra yapılan bazı işlemlerden dava açtı. Dava iddianamesi, o sitelerin en aktif olduğu dönemi ele almıyor.
Zaten sonunda internet andıcı davası gitti Ergenekon’la birleşti, yani bir gayya kuyusuna düştü.
Şimdilerde 28 Şubat soruşturmasından ümitliyim. Burada da benzer bir tartışma var:
28 Şubat’ın siyasete müdahale planları yapıp sonra da bu planları adım adım uygulayanları, ‘Bunları yaptık, yapmasak suç olurdu’ diyorlar. Çünkü kendilerine MGK tarafından ve Anayasa ile yasalar tarafından görev verildiğini düşünüyorlar.
Peki yasalarımız (en azından o dönem geçerli olanları) sahiden böyle bir görev veriyor mu?
Hayır, hayır sadece TSK İç Hizmet Kanunu’ndaki ‘Cumhuriyeti koruma kollama görevi’nden söz etmiyorum. Daha fazlası var.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev sınırlarından, TSK’nın iç güvenliğe, daha çok da siyasi anlamda güvenliğe bakma yetkisinin olup olmamasından söz ediyorum.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin hukuki geçerliğini tartışamayacak mıyız? Bu belgeyle ‘irtica’yı ‘önde gelen iç tehdit’ sayınca, ‘mürteci’lerin fişlenmesi, işin edilmesi, kamu ihalelerinden dışlanması birden ‘yasal’ ve ‘meşru’ mu oluyor, sorusunu soramayacak mıyız?
28 Şubat adı altında yargılamamız gereken şey, 1982 Anayasasının kurduğu düzendir.
Hükümet gelsin bu sefer bu işe el atsın. Bari bu sefer fırsatı kaçırmayalım.

Haberin Devamı

Askeri vesayetin hukukiliği...

Haberin Devamı

EN tepeye anayasayı koyun. Onun altında TSK İç Hizmet Kanunu’nu, İller Kanunu’nu, OHAL Kanunu’nu, Sıkıyönetim Kanunu’nu vs. yerleştirin.
Anayasa ve bu temel güvenlik yasaları, askerin ‘gerektiğinde’ iç güvenlikten sorumlu olacağını türlü çeşitli biçimlerde ‘hukuki’leştirir.
Peki nasıl ‘gerekir’ askerin iç güvenlikle uğraşması?
Onun anahtarı da, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi adı verilen belge ve onun alt belgelerinde yazılıdır.
Örneğin MGSB’de aslında hiçbir ceza yasasında tanımlanmış bir suç niteliği taşımayan ‘irtica’ birden bire ‘iç tehdit’ olur.
Bu tehdit tanımı yapılır yapılmaz hep ‘pro-aktif’ yani ‘Olaylar gerçekleşmeden önlem alan’ bir kurum olmakla övünen TSK oturur bu ‘tehdit’e ilişkin değerlendirmeler yapar.
Kimse hatırlamaz ama ‘irtica’yı tehdit yapan da TSK’dır, sonra o ‘tehdit’i tanımlayıp kendince ‘önlem’ geliştiren de TSK’dır.
Yani ordu kendi siyasi direktifini kendi yazar, sonra da kendisi uygular. ‘Askeri vesayet’ tam olarak böyle oluşturulur.
Bu ‘önlem’ler vatandaşın fişlenmesinden tutun da devlet memurlarının fişlenmesine, bugünün henüz Kuran kursu talebesi küçük ‘mürteci’lerinin yarın büyüyüp önemli yerlere gelmesinin önlenmesi için onlara üniversite kapılarının kapatılmasına, sırf marketi caminin altında yer alıyor diye bir işadamının kamu ihalelerinden yasaklanmasına kadar giden ‘pro-aktif’ önlemlere dönüşür.
Sadece toplum değil, siyaset de bu ‘önlem’lerden payına düşeni alır. Bir siyasi parti tu-kaka sayılır, mensupları hapislere girer, yargı ‘uyarılır’ ve art arda soruşturmalar davalar gelmeye başlar.
Çünkü TSK bizim için iyi, doğru ve güvenlikli olanı bizden daha iyi bilir!

Haberin Devamı

28 Şubat ‘rıza üretme’ süreci

Ünlü Amerikalı dil bilimci Noam Chomsky’nin kitabının adıdır ‘Rıza Üretimi.’
Bu işi medya yapar. Herhangi bir konuda fikri olmayan kamuoyunu o konu hakkında yapılmak istenenen rıza göstermesi için propaganda bombardımanına tutar.
Rıza üretiminin illa darbe için olması gerekmez. En çok savaş için yapılır bu ama her gün irili ufaklı pek çok konuda bu propagandaya maruz kalıyoruz, bizden bir şeylere ‘razı’ olmamız isteniyor.
Düne kadar Suriye ile can ciğer kuzu sarmasıydık bugün neredeyse savaşa gireceğiz. Çünkü dün ona ‘razı’ydık, bugün buna!
28 Şubat da bir ‘rıza üretim’ sürecidir. Haziran 1996’nın gazeteleri ile Haziran 1997’nin gazetelerinin kıyaslanması çok çarpıcı sonuçlar verebilir. Bir yıl önce olmayan ‘irtica’ tehdidi bir yıl sonra doruğa çıkmıştır.
Bir yıl önce ‘Yahu şeriat gelir mi, kızımın başını kapatırlar mı, bana içkimi yasaklarlar mı’ diye pek bir endişesi olmayan geniş halk kesimleri bir yıl sonra korkudan uykusuz kalmaya başladıysa, ‘rıza’ üretilmiş demektir.
28 Şubat’ta ‘medya günahı’ denen şey tam olarak budur.

Yazarın Tüm Yazıları