Fıkra gibi

BENİM ev merakım var. Çok param olsa, bin tane ev alırdım. İçini de istediğim gibi yapardım. Sevdiğim her şehirde, her semtte...

Haberin Devamı

Hande Altaylı da öyle.
Ama o, içini döşemekle filan ilgili değil. Evlerle duygusal bağ kurmuyor. Daha yatırımcı bir kafası var. Bir şekilde, doğru ev nerede biliyor.
Hissediyor, kokusunu alıyor.
Satın alıyor, birkaç sene sonra tekrar satıyor.
Ve bingo, acayip kâr ediyor!

Bundan birkaç yıl önce...
Eşine, en tatlı sesiyle
“Fatih bir ev buldum, çok uygun fiyata, param da var almak istiyorum. Üstünü sen tamamlar mısın?” diyor.
Fatih Altaylı da, “Tabii ki!” diyor, “Ev kaç para?”
“81 bin dolara minik bir ev. Göktürk’te. İyi para getirecek bir yer”
diyor.
“Tamamdır” diyor Fatih.
Ertesi gün Hande, eşinin asistanını arıyor, “Fatih’le konuştum, haberi var. Hesabıma 80 bin dolar gönderir misin?”
Asistanı, “Hay hay” diyor.
Hande Altaylı, dişinden tırnağından artırdığı 1000 dolar üzerine, eşinden gelen 80 bin doları ekliyor ve o evi alıyor!
Ama kadere bakın ki, birkaç sene sonra o evi 250 bin dolara satıyor.
Diyeceksiniz ki, eşinden aldığı 80 bin doları ödüyor mu?
Tabii hayır!
O 250 bin dolarla başka yer alıyor, onu satıyor, sonra başka yere giriyor...
Yakında emlak kraliçesi olacak!
Bana da arada mesaj atıyor: “Anadolu yakasında çok iyi bir yer buldum. Kâr etme olanağı hissediyorum. İstersen, sen de gel bak. 5 bin liram var, üstünü Fatih tamamlar herhalde...”

Haberin Devamı

Karım için ekrana bir şeyler söyler misiniz?

Ayşe Hanım bir dakikanızı alabilir miyim?
Elbette!
Marmara Forum’un içindeyim, elinde kamera ne gazeteciye ne televizyoncuya benzeyen bir adam...
O kadar kibar ve tatlı ki kıramıyorum.
En heyecanlı haliyle...
Eşimle yakında 25. evlilik yıl dönümümüzü kutlayacağız. Ona bir sürpriz hazırlıyorum. Bir sürü insandan görüş alıyorum. Sizi de çok sever. Bu kameraya onun için bir şeyler söyler misiniz... Canınız ne isterse...
İnsan böyle bir şeye nasıl “hayır” der?
Diyemez.
Bir de demem yani.
Bir kere, fikre bayılıyorum, medeni cesaretine de.
Eşi için bu kadar emek vermesine de.
Belli ki ona çok özel bir hediye hazırlıyor.
Bunun için de uğraşıyor.
Şahane!
Şapka çıkarılır böyle bir adama. Kameraya bir sürü güzel şey söylüyorum, gerçekten hissederek...
Çok hoşuna gidiyor.
“Önce sevdiğimiz arkadaşlarımızla başladım” diyor, “Sonra acaba bir iki tane ünlüden rica etsem mi dedim. Eşimi daha da şaşırtmak için...”
“E peki ünlüleri nerede buldunuz?”
“Bazısı tesadüf. Yolda gördüm. Durdurdum rica ettim. Bazılarını da özel olarak arayıp buldum. Mesela sizin burada olacağınızı biliyordum, onun için geldim!” “Hayır diyen çıkmadı mı?”
“Çıkmadı. Aksine herkesin hoşuna gitti, herkes yardımcı oldu. Sonra FOX TV, eşime hazırladığım bu sürprizi öğrendi, hoşlarına gitti, isterseniz sabah programlarımızdan birinde yayınlarız dedi.”
“Sizin için çok sevindim” diyorum, “25. yılınız kutlusun. Bu yaptığınız hediye de herkese örnek olsun!”

Haberin Devamı

HAMİŞ

Bu filmden söz ettiğim erkekler, “Hay Allah bize kötü örnek oluyor böyle adamlar!” dedi. “Beklentileri artıyor. Yıldönümlerinde özel bir şey yapmazsak kötü adam oluyoruz...”

Selanik kaçamağı

“Nasıl yani?” diyor sevgilim.
“Valla, hem Rembrandt sergisi gezeceklermiş” diyorum.
“Eeeee?”
“Orada bir workshop varmış, çocuklar ona katılacaklarmış...”
“Eeeee?”
“Sonra bir ada programı yapmışlar. Büyükada’daki faytonlar kalkıyormuş, kalkmadan çocuklar bir kere daha görsünler diyorlar. Eşeğe binecekler, sandal kiralayacaklar. Dur, dur bitmedi... Bir de ‘Ayna Ayna’ çok güzel filmmiş, onu izleyecekler. Sonra Nazan’ın atölyesinde ebru çalışması yapacaklar...”
Selanik’te kriz yoktu
Biz iki sevgili, hafta sonu kaçamağına Selanik’e uçacağız.
Alya’yı da en yakın arkadaşlarından Sera’lara bırakıyoruz.
Sera’nın annesi ve babası Nazan ve Çağatay (Çamaş), gerçekten bugüne kadar tanıdığım en ilgili anne-baba.
İnsanı, anne-baba olduğuna utandırırlar!
Sera ile Alya’ya öyle bir program yapmışlar ki, biz sevgilimle suçluluktan ölüyoruz.
“Bizim bir ayda yapacağımız programı onlar bir güne sığdırıyorlar ha!” diyor. “Aynen öyle!” diyorum.
Ama yine de arkamıza bakmadan uçuuup gidiyoruz.
Oh nasıl iyi geliyor Selanik kaçamağı!
Rötarsız THY uçağı var mı?
 Türk Hava Yolları’nın rötarını saymazsak, her şey şahaneydi.
Selanik burnumuzun dibi.
Programınıza alın, bir ara kaçıp gidin. Çok bir şey var mı derseniz? Hayır.
Ama iyi geliyor insana, güzel yemekler yiyorsunuz, dolaşıp geliyorsunuz.
Bir tek Atatürk’ün evi biraz hayal kırıklığı oldu, dört duvar, birkaç elbise o kadar.
Ama gitmişken mutlaka uğramak gerek.
Bu arada, bu kadar intihar haberleri var, “komşu” felaket durumda diye biliyoruz ama nedense biz, kriz filan pek göremedik!
Her yer cıvıl cıvıldı.
İstanbul’da Lucca nasıldır, işte Selanik’te bütün cafe’ler, barlar öyle.
Tıklım, tıklım, sahilde oturacak yer bulmak mümkün değil.
Şaka gibiydi yani.
Artık kederlerinden mi içiyorlar bilmiyorum.
Herkes sokaklarda...
Cumartesi öğleden sonra 3’te dükkanlar kapandı, pazartesi sabahına kadar. Haftanın üç günü de 3’ten sonra her yer kapı duvarmış. Çalışmayı pek sevdikleri söylenemez. Ama bunun altının çizilmesi hoşlarına gitmiyor.
Yaptım öyle bir salaklık.
“Herkes tembel mi bu ülkede?” dedim.
Ayıp ettim.

Haberin Devamı

Ahmet Hakan Beyrut’u neden sevmedi?

KAFAMI meşgul eden meselelerden biri bu:
Ahmet, Beyrut’u niye sevmedi?
Çünkü gerçekten o kadar kendine özgü bir yer ki, ilgi duymamak, sevmemek mümkün değil.
“Londra’yı sevmiyorum, New York’u seviyorum” dersin, anlarım.
“Ankara’dan hiç hazzetmiyorum, ben İstanbul’u alayım” dersin, anlarım.
“Berlin dışında Almanya’daki şehirleri sevmiyorum” dersin, anlarım. “Amsterdam’ı tek geçerim, Hollanda’daki diğer şehirleri çöpe at” dersin, anlarım.
Hatta, “Dubai yapay bir şehir, neresini beğeniyorlar” dersin, onu da anlarım.
Hepsinin tartışılacak bir noktası var.
Ama Beyrut...
Başka bir yer. Benzeri olmayan bir yer. Gerçekten tuhaf şeyler hissedeceğin bir şehir.
Nasıl sevilmez?
Var bu meslekte öyle büyüklerimiz, herkesin ak dediğine, kara diyen. Ama Ahmet de, ne hissediyorsa onu yazan adam.
Sırf herkes ayılıp bayılıyor diye Beyrut’u sevmeyecek değil ya.
E peki ne o zaman?
Yanlış rehberlerle mi gidiyor? Yanlış zamanda mı gidiyor? Yanlış yerlere mi gidiyor?
Çözemedim.

Haberin Devamı

HOŞ GELDİN POYRAZ

Fıkra gibi

Hepimiz bekliyorduk Poyraz’ı, ha geldi, ha gelecek... Poyraz, ilavelerin yayın yönetmeni İskender Baydar ile Esra Baydar’ın yakışıklı bebeği. Sonunda dün dünyaya geldi. Hoş geldi, sefalar getirdi. Çok üzücü şeyler oluyor bu dünyada ama güzel şeyler de oluyor. Önce Esra’yı sonra İskender’i kutluyorum. Üç çocuklu bir hayatta başarılar diliyorum!

Yazarın Tüm Yazıları