Protesto hakkı olmayan demokrasi!

GÜNÜMÜZ Türkiye’sinde bir durumu protesto etmenin bedelinin şiddet görmek olduğunu artık biliyoruz.

Yerlerde sürüklenen öğrencilere, polis copuyla dağıtılan işçilere, biber gazıyla püskürtülen kalabalıklara şimdi de itilip kakılan milletvekili eklendi.
Tunceli milletvekili Kamer Genç’in suçu TBMM kürsüsüne çıkarken eline bir fener almış olması. Böylece Deniz Feneri davasındaki gelişmeleri protesto ediyor. Protestoyu anlamlı ya da anlamsız bulabilirsiniz, ama bu bir milletvekilini ittirip kaktırarak kürsüden uzaklaştırmak için gerekçe olabilir mi?
AKP’lilerin Deniz Feneri davası ile ilgili meselelerde neden bu kadar sinirlendikleri de ayrı bir mesele.
Hassasiyetin böylesinin bir nedeni olmalı.
Ortada bir dolandırıcılık davası var. İnançlı ve yardımsever insanların duygularının sömürüldüğü, yardım paralarının amaç dışı kullandığı Almanya’da verilmiş bir mahkeme kararıyla da sabit bulunmuş. Türkiye’deki soruşturma sürüyor, savcılar değişmemiş olsaydı belki bugün yarın iddianamesi de açıklanacaktı.
AKP bu suçun takip edilmesinin gündeme getirilmesinden neden rahatsızlık duyuyor? Bunu kendilerine inanarak oy veren seçmenlerine açıklamalılar.
Van’da, Valiyi protesto edenlerin aşırı güç kullanımı ve biber gazıyla dağıtılmaları da Türkiye’de görmeye alıştığımız bir tablo.
Yetkililerin kendilerini “provokasyon” gerekçesi ile savunacaklarını tahmin etmek zor değil.
Ama böyle ölçüsüz bir müdahale eğer varsa o provokatörlerin işlerini kolaylaştırmıyor mu?
Bu ülkede protestonun temel bir demokratik hak olduğunu ne zaman kabul edeceğiz?

Yar kaldın mı, öldün mü?

UMBERTO Eco, son romanı Prag Mezarlığı’nda, Sigmund Freud olduğunu hayal etmemizi düşündüğü bir kahraman da yaratmış. Romanda görülmesiyle kaybolması bir oluyor ama o kişilik sayesinde Eco’nun bilmeceler yumağı haline getirdiği romandaki asıl kahramanın karakterini anlamamızda yardımcı oluyor.
Romandaki adıyla Sigmund Froide bir yemek sırasındaki sakarlığını ve dikkatsizliğini nişanlısından üç gündür mektup alamamış olmasına bağlıyor.
Romanın 19. yüzyılın son dönemlerinde geçtiğini de söyleyeyim ki haberleşmenin bugünkü gibi kolayca gerçekleştirilebilecek bir şey olduğu düşünülmesin.
O dönemde bir insanın sevgilisi ya da herhangi bir yakını ile haberleşmesinin hızı, posta idaresinin kullandığı aracın hızıyla ilgili ve en hızlı araç o yıllarda buhar ile çalışan lokomotiflerin çektiği tren. Oturup sevgilinize her gün bir mektup yazsanız bile bugün ne yaptığınızdan ve ne hissettiğinizden onun haberdar olabilmesi haftalar sonra mümkün olabiliyor.
İnsanın aşk ile bağlı olduğu birinden haber alması kadar hayatında önemli olan bir şey de haber alamamış olmasıdır. Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları”nda tarif ettiği durum nedeniyle!
Werther, “terk edilme, yalnız kalma, sevgiliye ulaşamama korkusu” içinde yaşar ki bu zaten aşk dediğimiz duygunun da ayrılmaz bir parçasıdır.
Aşk ilişkisi eşitsizdir ve taraflardan her biri aşkına daha az karşılık bulduğunu düşünür. Haber alınamadan geçirilen en kısa süre bile türlü bunalımlara neden olur. Akla her zaman en kötüsü gelir: “Beni bıraktı, artık başkasını seviyor!”
“Hayatımın kadını” Anna Karenina’yı bir trenin tekerlekleri altına iten de böyle bir duyguydu.
Anna, çılgınca seven her âşık kadın gibi bitmek bilmez hezeyanlar ve aşk sanrıları içinde kıvranıyor, Kont’un kendisinden ayrı geçirdiği her dakikadan artık sevilmediği sonucuna ulaşıyordu. Anna için aşk, her hücresinde hissettiği kadar, sık sık tekrarlanması gereken, duyulması gereken bir sözdü de aynı zamanda, bir uyuşturucu bağımlısı gibi, aşk bağımlısıydı.
O gün tren istasyonuna da intihar etmeye değil, Vronski ile buluşmaya gitmişti ama orada Kont’un sadece bir notu vardı: “10’dan önce gelemem.”
Bu, bin bir kuşkuyla beyni kemirilmiş Anna için “ölüm” demekti ve o da buna çarçabuk ulaşmak için trenin önüne kendini bırakıvermişti.
Eco’dan yola çıkıp Goethe üzerinden Tolstoy’a ulaşmamızın nedeni bayram boyunca çın çın öten cep telefonum oldu aslına bakarsanız.
Bir arkadaşım vaktiyle “Eğer o dönemde cep telefonu olsaydı Anna Karenina intihar etmezdi, Kont’tan gelecek bir SMS ile istasyonda saat 10’da buluşacaklarını öğrenebilirdi” demişti.
Cep telefonuma bayram mesajları yağarken bu söz geldi aklıma.
Düşündüm ki yok, o dönemde cep telefonu olsa da bu bir işe yaramazdı. Bu kez Anna elindeki telefona durmaksızın bakıp mesaj gelecek diye beklerdi. Ve o mesajın bir dakika bile gecikmesi ruhunda aynı parçalanmayı yaratırdı: “Aramayacak, çoktan gitti!”
Ve aklımdan bu düşünceler geçerken otomobilin radyosunda “Kahpe kader” çalıyordu, “yardan yok bir haber, yar kaldın mı, öldün mü” diyerek!

Türkiye Kupası böyle de kurtulmaz

FUTBOL Federasyonu, Türkiye Kupası’nın statüsünü bir kez daha değiştirdi. Bu kaçıncı değişiklik bilemiyorum, ama şunu söyleyebilirim: Hiçbir değişiklik kâr etmiyor, Türkiye Kupası adına yakışır bir heyecan yaratmıyor.
Yeni statüye göre bu yıl 57 takım kupada mücadele edecekmiş. Dört turdan oluşan tek maçlı elemelerin ardından final grubu maçları da tarafsız sahalarda oynanacakmış.
Türkiye’de profesyonel liglerde oynayan bunca takım var ve kupaya sadece 57 takım katılabiliyor. Süper ligi bir önceki sezonda belli bir sırada bitiren takımlar elemelere sonradan katılıyorlar.
Bu yanlışlık düzeltilmediği sürece de Türkiye Kupası’nın heyecanının yurda yayılmasına olanak yok.
Heyecanın nasıl sağlanacağı da belli: Profesyonel liglerde oynayan bütün takımların ve amatör 1. Kümelerdeki belli şartlara sahip takımların katılabileceği bir organizasyon yapılmalı.
Bütün takımların ilk turdan itibaren katılacakları ve tek maçlı eleme sistemiyle, alt kümedeki takımın evinde oynanacak maçlarla ilerlenmeli.
Böylece hayatları boyunca Türkiye’nin önemli takımlarını kentlerinde izleme olanağı bulamayacak insanların da bu olanağa sahip olmaları sağlanabilir. Ve sistem böyle kurulursa bir de bakmışsınız İngiltere’deki gibi bir üçüncü lig takımı kupayı kaldırıvermiş!
Kupa heyecanını önümüzdeki sezonlara yayacak da böyle bir durumdur zaten. Hadi bilemediniz 5-6 takım arasında geçecek ve hep bildiğimiz takımlardan birinin kupayı almasıyla sonuçlanacak bir turnuva değil!
Yazarın Tüm Yazıları