Atatürk için 5 şey

BİR: Tarihi bir şahsiyeti alabildiğine resmi biyografilerin ve törenlerin içine sıkıştırmak ve oradan çıkarmamak, o şahsiyete yapılacak en büyük haksızlıktır. Ben Atatürk’ü gayriresmi biyografilerle anladım ve sevdim.

Haberin Devamı

İKİ: Atatürk’e mürit yazılmaya kalkışanlar... Dikkat! Bilinçli ya da bilinçsiz Atatürk’e mürit yazılmaya kalkışan herhangi bir şahsın Atatürk’e yaşattığı derin çelişkiyi, en azılı Atatürk karşıtları bile yaşatamaz.

ÜÇ: Yenilgileri itiyat haline getirmiş, parçalanmayı kader olarak görmeye başlamış, işgali veri kabul etmiş bir coğrafyada, bütün umutların tükendiği anda tek
başına umudu sırtlanmak... Benim için Atatürk en çok budur.

DÖRT: Sıradan bir bürokratın, sıradan bir mebusun bile kolayca tartışılamadığı günümüz ortamında “Atatürk tartışılmalıdır. Atatürk tabu olmamalıdır” diyenlere, “yiğitsen, sen önce günümüzün tabularını yık bakalım” demek gerekir.

BEŞ: Ama yine de bir şeyler yapmak lazım: Atatürk hakkında ileri geri konuşanlar hakkında savcılık takibatı başlatılması, ucuz yoldan şöhret olmak isteyenler açısından şahane bir fırsat sunmaktadır. Ucuzculara böyle bir fırsat verilmemelidir.

Tayyar Altıkulaç’ın anıları

Eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın “Zorlukları Aşarken” adlı üç ciltlik anılarını okumaya başladım.

Birinci cilt bitmek üzere...

İlk dikkatimi çekenler şunlar:

Temiz bir üslup, içtenlikli bir anlatım, cesurca bir hesaplaşma...

*

Haberin Devamı

Kitabı okurken şu notları aldım:

Bütün din adamları gibi Tayyar Altıkulaç da yoksul mu yoksul bir köy çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Bin türlü zorlukla mücadele ederek okumuş, okumayı başarmış.

Altıkulaç İstanbul İmam-Hatip Okulu’nun ilk öğrencileri arasında yer almış. O dönemde okulda üç kişi sivrilmiş: Bekir Topaloğlu, Hayrettin Karaman ve Tayyar Altıkulaç... Yani bu üç ismin bugün ilahiyat camiasının en önemli isimleri olması tesadüf değil.

Tayyar Altıkulaç, imam-hatip okulunun son döneminde motosiklete merak sarmış. 7-8 yıl motosiklete binmiş. Yani bir tür erken dönem “The İmam” olayı...
Hayatının her dönemini bütün açıklığıyla kaleme alan Tayyar Altıkulaç, yaptığı iki evliliği çok ama çok kısa geçmiş... Bu bölüm o kadar kısa tutulmuş ki, “mahremiyet” sözcüğü durumu açıklamaz.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1970’lerin başındaki durumu içler acısıymış... Teşkilatın yeniden organize olmasında Altıkulaç önemli bir işlev görmüş.
Hayatını din eğitimine adayan bir çocuğun ne denli erken büyümek zorunda kaldığını da öğreniyoruz anılardan... Altıkulaç, çok küçük yaşta büyümüş. Daha doğrusu büyümek zorunda kalmış.

Tayyar Altıkulaç’ın imam-hatip döneminde İslam adına dile getirilen tek siyasi talep şu: “Dinini öğrenmek isteyenlerin önlerinin açılması”. Başkaca bir talep söz konusu değil... Altıkulaç’ın 12 Eylül yönetimiyle iyi anlaşmasının temel nedeni de bu... 12 Eylül’de Diyanet İşleri Başkanı olan Altıkulaç, bütün çabasını “dinini öğrenmek isteyenlerin önünün açılması için generallerden ödün koparmak” için harcamış.

Altıkulaç’ın anılarından öğreniyoruz: 60’ların sonunda, 70’lerin başında Türkiye’de iki temel cemaat ve bir parti var: Nurcular, Süleymancılar, Milli Nizamcılar... Bu üç akımın da ülkedeki etkisi gayet sınırlı... Anıları okurken sürekli “nereden nereye” deniyor.

KCK tartışmaları için basit ve yalın bir kılavuz

KCK operasyonlarının kapsamını eleştirmek, KCK’ya sahip çıkmak anlamına gelmez.

Ayrıca...

“Falanca kişiyi KCK operasyonları adı altında içeri almak yanlıştır” demek, “KCK çok cici bir örgüttür” anlamına da gelmez.

Bu nedenle...

KCK operasyonlarını kapsamı ve hedef aldığı kişiler nedeniyle eleştirenlere, “iyi ama KCK çok tehlikeli bir örgüttür” diye yanıtlar vermekten behemehal vazgeçilmelidir.

*

Haberin Devamı

Bir insan, çok yakından tanıdığı biri “teröristtir” diye içeri alındığında “biraz bekleyelim, bakalım mahkeme ne karar verecek” demez.

Tepki gösterir, infiale kapılır.

Gayet insani gerekçelerle tepki gösterenlere, infiale kapılanlara “gel sana KCK’yı anlatayım” demekten vazgeçilmelidir.

Eğer ille de bir şey anlatılacaksa...

Söz konusu şahsın terörle ve teröristle irtibatı, gayet net ve sarih bir şekilde ortaya konmalıdır.

*

Devlet, terör örgütüne karşı bir mücadele yöntemi belirleyebilir.

Ancak bu yöntem, tartışılmaz bir yöntem değildir.

Devletin belirlediği yönteme aklı yatmayanlar, başka mücadele yöntemleri önerebilirler.

Bunları tartışanlar ve dile getirenler, devletin terörle mücadelesini zayıflatmayı amaçlamazlar.

Sadece farklı yöntemlere dikkat çekmiş olurlar.

Demokratik bir ülkede farklı yöntemlere dikkat çekenlere “hain” falan denmez.

Önerilen yöntemlerden yararlanılmaya çalışılır.

Genç bir köşe yazarına öğütler

Bir öfken olmalı... Ama öyle samimiyetsiz, gerekçesiz, saman alevi gibi parlayan bir öfke değil... Tepeden tırnağa tertemiz bir öfkeden söz ediyorum... Unutma: Öfke adama iyi yazı yazdırır.

Polemiğe girişmek iyidir. Ama bir şartla! Kiminle polemik yaptığına dikkat etmelisin. Mesela efendiliğini hiçbir koşulda bozmayacağını belli etmiş bir yazarla kapış.

Gündemsiz ol. Düşün: Belirli bir gündemin içine hapsolmak zorunda kalan zavallı bir yazar, nasıl fark yaratacak?

İçine doğduğun kültürel çevrenin seni belirlemesine izin verme... O çevreye anlayışlı bir tebessümle yaklaş ama sen yine de bildiğini yaz... Unutma: Korkaklar iyi yazı yazamazlar.

Lügat paralama... Lafı evirip çevirme... Dolaylı anlatımlara yüz verme... Küt diye söyle söyleyeceğini... Eğer mesele dokunaklı olmaksa bu şekilde daha dokunaklı olursun.

Alay, gırgır, dalga ve şamatadan sakın kaçınma... Kıkırdayarak okunan bir yazının yapacağı etki, kemali ciddiyetle kaleme alınmış bir yazının yapacağı etkiden bin kat fazladır.

Hedefin şu türden bir okur yorumu almak olsun: “Bazı yazılarınıza katılmıyorum, bazı yazılarınıza katılıyorum ama sonuçta bütün yazılarınızı okuyorum”.

İleride utanmak istemiyorsan şu üç şeyi yapma: İki polis kapışırken polislerden birine destek çıkmak... Sırtı herhangi bir savcıya dayamak... İhbarcılık yapmak.
İster zor yaz, ister kolay... Bir yazıya ister sekiz saat harca, ister “iki şık şık bir tık tık” ile işi bitir... Hiç fark etmez. Önemli olan yazdığın yazının su içer gibi okunmasıdır.

Eğer okurlarından “ben senin ne olduğunu çözemedim abi” şeklinde tepkiler alıyorsan, bil ki doğru yoldasın.

Silivri’nin feryadı

Anne ve babam Silivri’de ikamet ediyor.

Onları görmek için bayramın birinci günü Silivri’ye gittim.

Geniş aile kahvaltısının ardından dışarı çıkıp şöyle bir Silivri turu attım:

Sahili gezdim, yeni açılan kafelerde oturdum, Kale Mahallesi’ne çıktım, Küpeş’teye uğradım.

Sonuç: Serpilip güzelleşmiş Silivri...

Özellikle sahilde yapılan düzenlemeler harika... Silivri yeniden bir “deniz kasabası” hüviyetine kavuşmuş.

Fakat ahalinin bir şikâyeti var.

Diyorlar ki:

“Cezaevi nedeniyle güzelim ilçemiz Ergenekon’la, Balyoz’la falan özdeşleşti. İmajımız yerlerde... Ne olur buna bir çare...”

Yazarın Tüm Yazıları