Ah Işık Paşa ah

MÜSTAFİ Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in asıl dramı nerededir?

“Her yere kontrolsüz mayın döşedik” diye korkunç bir itirafta bulunmasında mıdır? Yoksa...
Bu korkunç itirafı dile getirdiği “en mahrem” toplantının mahremiyetini koruyamamasında mıdır?

Müstafi Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in asıl dramı nerededir?
“Emir komuta birliğini sağlayamıyoruz” şeklinde bir sözü etmek durumunda kalmasında mıdır?
Yoksa...
Gizli kalacağına emin olduğu bu ifşaatın gizli kalmasını sağlayamamasında mıdır?

Müstafi Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in asıl dramı nerededir?
“Çatışma anında tim komutanlarımız mevziye silahını bırakıp kaçıyor” diye yakınmasında mıdır?
Yoksa...
Sadece en yüksek rütbedeki silah arkadaşlarına ettiği bu korkunç itirafın, sadece en yüksek rütbedeki silah arkadaşlarına edilmiş bir itiraf olarak kalmasını sağlayamamasında mıdır?

Müstafi Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in asıl dramı nerededir?
“Eğitim zafiyeti nedeniyle terörist diye masum erimizi kendimiz vurduk” şeklinde korkunç bir bilgiye sahip olmasında mıdır?
Yoksa...
Kimselerin kulağına gitmemesini istediği bu korkunç bilginin, iradesi dışında herkesin diline düşmesinde midir?

Lafı uzatmayacağım.
Sadece “Dramlardan dram beğen Işık Paşa” diyerek sahneyi terk edeceğim.

Sen daha iyisini yap

HADİ diyelim ki...
Hükümet Somali’ye yardım işini iyice gösterişe döktü.
“Gerçek sanatçılar” yerine şarkıcı-türkücüyü tercih etti.
Hadi diyelim ki...
Muhafazakâr kesimin yardım dernekleri “netameli” ve “kuşkulu”... En azından “UNICEF” falan gibi “çok cici” değil...
İyi de birader, Nihat Doğan’ın dediği gibi, elinizi tutan mı var?
Siz daha iyisini yapın.
Somali’ye öyle bir yardım edin ki hepimiz parmaklarımızı ısıralım.

Ölmüş bir şairin kafa dengi olarak portresi

ŞAİR Seyhan Erözçelik ölmüş.
Hemen “Kaç yaşındaydı acaba?” diye merak ettim: 49 yaşındaymış meğer.
Kendisiyle hiç yüz yüze gelmedik.
Ama sıkça “e-posta” gönderirdi bana.
Bir yazımda Ümit Besen’den söz etmiştim, “stilin yaratıcısı Ferdi Özbeğen’dir, o varken Ümit Besen’den söz edilmez” diyerek muhalefet şerhini koymuştu.
Bir başka yazımda “Neşe Karaböcek / Kamuran Akkor / Mine Koşan” üçlüsünden söz etmiştim.
Seyhan yine devreye girip şunları yazmıştı: “Gülden Karaböcek atlanmaz. Ablasının kocasıyla kaçmıştır. Bir tek şunu hatırlatayım: ‘Boşuna kazma mezarcı / Aşkımızı gömemezsin / İkimiz de sevmiştik / Bunu sen bilemezsin’. Ha, ‘Dilek Taşı’ filan da var. Sesi de ablasından daha güzeldir. Esengül, tabii, tam bir trajediydi. Yazınızı okuyunca Gülden aklıma geldi nedense. Paylaşmak istedim. O çamurlu sokakları, sokak çatışmalarını, ‘biraneleri’, dernekleri, kantinleri ve saire... Selamlar”.
Bir keresinde de “Hrant için Fatiha okunur mu okunmaz mı?” tartışmasına “Mevlit bile okunur” diyerek katılmıştı.

Seyhan Erözçelik çamurlu sokakları hatırlayan, Gülden Karaböcek’ten söz edebilen, “birane” demesini bilen “kantin kuşağı” şairlerindendi.
Hem de iyi şairdi.
Üstelik en hakikisinden “tam da mavra yapılacak adam” intibaı bırakıyordu ve yine üstelik hafiften “arıza” bir tipe benziyordu.
Yanarım yanarım da “Yakup”ta buluşup çene çalamadığımıza yanarım.

Sanatçılar ve iktidar

Gazetecinin iktidara yakın durma çabasını anlarım: Ha bire jöleliyecek ki eksiği gediği kapansın, meslekte tutunsun, yeri sağlamlaşsın.
Bürokratın iktidara yakın durma gayretini de anlarım: İktidara yakın duracak ki terfi alsın, istediği yere tayin edilsin, “gözde” olsun falan...
İşadamının iktidara yakın durmak için çırpınmasını da anlarım: İktidara yakın olacak ki önü açılacak, ihale alacak, en azından şerrinden emin olacak.

Hadi gazeteci, uçağa binecek ve uçacak.
Hadi işadamı, iş alanlarını genişletecek.
Hadi bürokrat, kariyerini parlatacak.
Peki birader, “sanatçı” dediğimiz taifeye ne oluyor?
“Sanatçı”, iktidara yakın olacak da ne olacak?
Özellikle de zaten her gün her sayfada fotoğrafı yayınlanan bir sanatçı, bir Bakan’la yan yana fotoğraf verse ne olur, vermese ne olur?
İşleri kesat olmayan ve konserden konsere koşan bir sanatçı, iktidar katkısıyla ne elde edebilir ki, durup dururken hayranları tarafından “tartışılır” olmak dışında...
Hani “politik” yönü gelişmiş, ideolojik tavır alan bir sanatçı olur ve iktidardaki parti de “tam istediği gibi parti” olur, anlarım.
Böyle bir durum da söz konusu değilse bir sanatçı, neden iktidara yakın olmak ister?
Sinan! Hülya! Gülben! Ajda! Sezen! Sertab!
Biriniz beni aydınlatsın lütfen!

Kaddafi’ye dair son notlar

Akıllı akıllı konuşurken birden delirirmiş.
İçkiye düşkün Libya Başbakanı’nı her daim tokatlarmış.
Botoks için İtalya’ya, saç boyası için Fransa’ya gidermiş.
Bütün diktatörler gibi programı hiçbir zaman belli olmazmış.
Yazdığı “Yeşil Kitap” için “Her şey bu kitapta var” dermiş.
Beş dakika içinde hem “çok öfkeli”, hem de “çok neşeli” olabiliyormuş.
Doğu Alman kızları için “İyi koruma oluyorlar” dermiş.
Karzai ortaya çıkmadan önce “takım elbisesiz en stilli” olarak biliniyormuş.
İlk ortaya çıktığında dünyanın dört bir yanındaki bazı saf İslamcılar tarafından “İslam’ın genç önderi” olarak nitelendirilmiş.

Bodrum’da yakalanan BDP’liye karşı şefkat

BODRUM’da tatil yaparken “yakalanan” BDP’nin en şahin milletvekillerinden Bengi Yıldız’a karşı şefkat hissiyle dopdoluyum.
Neden mi?
Çünkü benim şöyle bir huyum vardır:
Çok istedikleri halde, sırf “ideolojik pozisyonları” gereği kamu önünde hayatın güzelliklerini yaşayamayanlara karşı her zaman şefkat duymuşumdur.

Düşünsenize: Adam Bodrum’da tekne turu yapmak istiyor.
Biraz kum, biraz deniz, biraz uyku... Bütün istediği bu...
Ama “Biz burada kara Kürtler için mücadele verirken sen tutmuş beyaz Türkler ile hemhal olmuşsun” türünden laflara maruz kalmamak için kendini tutuyor.
Sonra dayanamıyor, her türlü riski göze alıp bir cesaret atıyor kendini Bodrum’a...
Küçük bir “kaçamak” yapacak. Kızgın kumlardan serin sulara dalacak. Gözü gönlü açılacak.
Şöyle birkaç günlüğüne de olsa “Dağ / Özerklik / İmralı / Kandil / Karayılan / Baydemir / Barış” gibi sözcükleri işitmeyecek.
Ama o da ne?
Mavi suların ortasında tam da “biralama” yapıp hafiften gönül eğlendirirken yakalanıveriyor bizim “talihsiz şahin”...

Adamcağızın düştüğü duruma bakın:
Türk şahinleri “Şahine bak şahine” diyecekler. Kürt şahinleri şimdilik “Yuh sana” demekle yetinecekler. Yeni muhafazakâr şahinler, “İşte bunlar böyle” diyecekler... Ilımlı Kürtler “Çökertme Bengi” diye lakap takacaklar. İmralı “Ulan Bengi... Ulan Bengi...” diye diş bileyecek.
Ben böyle bir adama şefkat duymayayım da ne yapayım?
Yazarın Tüm Yazıları