İsrail’den gelen bu mektuba dikkat

İSRAİL Başkonsolosu Moşe Kamhi’den bir mektup aldım...

Moşe sıcakkanlıdır. İstanbullu olmanın rahatlığı vardır.
Esprisi derin, kahkahası güçlüdür. Sokakta yürürken ıslık çalmışlığı da vardır, teneke kutuları tekmelemişliği de...
Doğma büyüme Kasımpaşalıdır. Zaman zaman sohbet ederiz.
Bir süre önce Boğaz’a doğru balık yemiş, uzun uzun konuşmuştuk. Ben fanatizmin zararlarını anlatmıştım. O da kendi gerçeklerini. Moşe, İstanbullu olduğu için Türk-İsrail ilişkilerine iki taraftan da bakabilir.
Doğduğu topraklardan, bağlandığı devlete, bağlandığı devletten doğduğu topraklara bakabilmek, o “Araf”ta “tarafsız” ve sağlıklı düşünebilmek zordur.
Moşe bunu yapmaya çalışan ve bir o kadar zorluğunu yaşayan bir İstanbulludur.
Mektubunda diyor ki:
“Değerli dostum;
Sohbetlerimizin bir çoğunda Ortadoğu’da ve özellikle Filistinliler ile İsrailliler arasında yaşanan şiddet olaylarına değiniyoruz.
Kimi olaylar uzun değerlendirme ve yazılara gerek kalmadan sorunun cevabını bünyelerinde barındırırlar. Bu olaylardan biri birkaç gün önce yaşandı.
Filistin Özerk Yönetimi, Tutuklulardan Sorumlu Bakanı İssa Karake 27 Mart 2002 tarihinde Hamursuz Bayramı akşamında Netenya kentinde bulunan Park Oteli’ne intihar saldırısı eyleminde bulunup 30 kişinin hayatına kıyan Abbas Al Sayed’in ailesine olayın yıldönümü anısına bir plaket sunarak onurlandırdı.
Uzun bir yorumda bulunmayacağım. Bana öyle geliyor ki, komşularımız bu zihniyetten sıyrılmadıkları müddetçe hepimizin muhtaç olduğu gerçek barışa varmamız pek kolay olmayacaktır.”
Moşe, ek olarak o ziyaretin fotoğrafını da göndermiş...
Mektupta dikkatimi çeken bir ifade var:
“Komşularımız” diyor... Ve “muhtaç olduğumuz gerçek barış” gibi sıcak bir cümle kullanıyor. Burada komşu olarak Filistin devletinin kastedilmesi önemli bir gelişmedir.
Demek istiyor ki;
- Bu kin ve nefretle, terörü onurlandıran bu psikolojiyle nereye varabiliriz?
Elbette Moşe’ye de sorulacak çok soru var....
Bombalanan Filistinli siviller, örülen insanlık dışı duvarlar. Filistin halkını açlığa mahkum eden o ambargo.
Ama bütün bunların ötesinde, ben bu mektupta İstanbullu Moşe’nin, İsrail’den taşıdığı bir sıcaklığı, bir yaklaşımı sezdim. Bu yüzden önem veriyorum.
Filistinli bir bakanın, sivilleri katletmiş bir intihar bombacısına plaket vermesini ben kabul edemem. Çünkü hangi koşulda olursa olsun, devletler terörü teşvik edici, özendirici davranamaz. Sivil katliamları övemez.
Filistin-İsrail savaşında kimbilir bugüne kadar kaç sivil ölmüştür? Irak’ta kaç milyon insan ölmüş ya da sakat kalmıştır?
İnsanlık tarihine bir bakın.
Öteki dünyada cennete gitmek için, bu dünyayı cehenneme çeviren fanatiklerin elinde, insanlığın nasıl acı çektiğine bir bakın.
Moşe’nin mektubu iyi niyetli bir açılım olabilir... Umarım tecrübeli diplomatlarımız bu mektubu değerlendirir.

İKİNCİ YAZI

İki Ali rahat uyuyor mudur?

ÖSYM ve YSK krizinde ben en çok neyi merak ediyorum biliyor musunuz?
Ali Demir ve Ali Em’in yalnız kaldıklarında ne düşündüklerini..
Türkiye’yi bir anda krize sürükleyen iki “Ali Başkan” acaba kaç kez istifayı düşündüler?
Sorular bitmiyor elbette:
- YSK veto ettiği adayların kamu haklarından men kararının iade edildiğini neden bilmiyordu?
- Adaylara sormadı mı?
- İlgili mahkemelere neden bir yazı yazmadı?
Kararı aldı. Ve sonunda bu veto yüzünden onlarca insan tutuklandı yaralandı. Can kaybı oldu...
- Peki hiç mi sorumluluk hissetmiyor birinci Ali....
Ya ikinci Ali?
- Milyonlarca gencin, ailenin ikinci sınava girip giremeyeceğini bilmeden beklemesi, kuşkuyla yaşaması hiç mi canını acıtmıyor. Vicdanında hiç mi bir sızlama yok?
- Bir bürokrat ne zaman istifa eder?
- Neden istifa etmezler hâlâ?
- Neden?

ÜÇÜNCÜ YAZI

Cumhuriyeti kuran CHP 85 yılda yapılmayanı yapan AK Parti

ŞU iki söz var ya;
CHP’nin dilinden düşürmediği:
“Cumhuriyeti kuran partiyiz.”
Ve dün AK Partili Faruk Çelik’in bir kez daha söylediği.
“85 yılda yapılmayanı yaptık!” sloganı.
İkisi de beni üzüyor...
İki sözde de tarihe ve bugüne bir haksızlık yapıldığını düşünüyorum.
CHP, “Atatürk’ün partisiyiz” diyerek diğer bütün partilere haksızlık ediyor.
Ayrıca son döneme kadar ağır statükocu hali, içe kapalı, aşırı ulusalcı, AB’den uzaklaşmış, Avrupa solundan kopmuş, insana uzak, Ankara’ya sıkışmış haliyle Mustafa Kemal’in devrimciliğini kaybetmiş bir parti olarak Atatürk’e de haksızlık ediyordu.
Neyse ki, son dönemde bu görüntüsünü terk ettiğine yönelik işaretler veriyor.
Mesela “İrtica geliyor!” gibi bir “öcü”yle başörtüsü konusundaki çözümsüz yapısından, Kürt meselesini kabul etmeyen çizgisinden uzaklaşıyor. Lider sultasını yaratan Siyasi Partiler Yasası’nda değişiklik istemesi, Avrupa soluyla barışması, AB’yi düşman gibi görmekten vazgeçmesiyle, daha demokratik ve yenilikçi bir renge bürünüyor.
Bu yüzden artık “Cumhuriyeti kuran partiyiz” sözünün arkasına saklanması yanlış oluyor.
AK Parti de, “85 yılda yapılmayanı, 8.5 yılda yaptık” diyerek, Atatürk’ten itibaren, İnönü’lere Menderes’lere, Demirel’lere, Erbakan’lara, Özal’lara haksızlık ediyor...
Elbette çok önemli işler yaptılar. Bunu Anadolu gezilerinde görüp defalarca yazdım. O altyapı çalışmalarını, Van’ın Bahçesaray’ı için dağları aşan iş makinelerini, gelen elektriği, festivalde Kürtçe şiir okunabilmesini, onca yıl sonra Mardin’de musluktan akan ilk suyu, Keban Barajı’nın kıyısı boyunca Elazığ-Tunceli hattındaki o muazzam yolları. Erzincan’dan Sivas’a, Hatay’dan Kars’a yapılan modern hava limanlarını inkar etmek mümkün mü?
Ama bütün bunları yapsalar da tevazu önemlidir. Yapılanları tarihin başına kakmak kırıcı oluyor.
“Her şeyi biz yaptık” diyerek, yapılmışları yok saymak bugün yapılanları da gölgeliyor.

DÖRDÜNCÜ YAZI

Milli irade hırsızlığı


Kılıçdaroğlu ’nun yüzde 10 barajı için, “milli irade hırsızlığı” demesi etkileyiciydi.
Düşünsenize;
Bir partiye oy veriyorsunuz. Ama o parti barajı geçemediği için sizin kullandığınız oy çöpe, diğer parti için başkasının kullandığı oy sizin oyunuzun yerine geçiyor.
Bu yüzden farklı ve aykırı düşünceler Meclis’e yansıyamıyor.
Bu yüzden Meclis oturumları, liderlerin parmak kaldırtma seanslarına dönüşüyor.
Liderin iki dudağı arasından çıkıp önseçimsiz Meclis’e gelen milletvekilinden başka ne beklenebilir?
Yüzde 10 barajıyla yapılan seçimler tam demokratik değildir.
Şöyle de düşünebiliriz:
- Delegeleri lider belirliyor. O delege lideri seçiyor. Lider milletvekillerini seçiyor. O milletvekilleri de Meclis’te lider ne derse onu yapıyor.
Bunun adı parlamenter sistemde “fiili başkanlık sistemi”dir...
Yazarın Tüm Yazıları