BU köşede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı sıkça eleştiriyorum. Ama bu kez hakkını teslim etmem gerek, kendisi ile okullarda başlatılan Fatih Projesi ile ilgili olarak aynı fikirdeyim.
Üç yılda tamamlanacak proje ile her öğrenci bilgisayarlı bir sınıfta eğitim görecek, 570 bin dersliğe dizüstü bilgisayar, projeksiyon cihazı, internet bağlantısı ve akıllı tahta sağlanacak. Bu işi önemsiyorum ve destekliyorum. Hatta keşke olanak olsa da bu süre üç yıldan daha kısa zamana indirilebilse. Başbakan, bu projeye FATİH adını uygun görmüş. Eğitimde “fırsatları arttırma ve teknolojiyi iyileştirme hareketi”nin ilk harflerinden oluşuyor. Biraz zorlama bir isim belki ama bu ismin neden eleştirildiğini anlayamıyorum. Fatih, utanacağımız bir padişah değildi. Tam tersine tarihimizde çok önemli yeri olan bir kişilikti. Zamanının devrimci hükümdarlarından biriydi ve bir siyasi iktidarın da böylesine bir projeye kendi siyasi eğilimlerinden etkilenen bir isim koymasında da bir sakınca görmüyorum. İleride başka iktidarlar da böyle işler yaptıkları vakit, ona kendi siyasi tercihlerini yansıtacak isimler koyabilirler, onun da bir sakıncasını görmüyorum. Benim bu proje ile ilgili olarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bir uyarım olacak. O da bu bilgisayarların sadece “ders için” kullanılmamasını sağlamaktır. Çocuklar kuşkusuz aşırılığa kaçmayacak şekilde bu bilgisayarlarla oyun da oynayabilmeliler ki cihaza olan alışkanlıkları artsın, cihazı soğuk bir ders aracı olarak görmesinler, onu sevip benimseyebilsinler. Bizim eğitim sistemimiz, çocukların eğlenmesinden ve oyun oynamasından rahatsız olur, kendi öğrencilik yıllarımızdan da bunu biliyoruz. Bu üç yıllık süre içinde bu sistemin en önemli unsuru olan öğretmenlerimizin de böyle bir zihniyet devriminden geçmesi gerekiyor. Bakanlık bu konunun üzerinde de önemle durmalı.
Adalet sistemimizin temel sorunu
BAZEN kendimi hep aynı şeyi yazarken buluyorum. Bu da öyle bir yazı: Türkiye’de adli sistemimiz, kanunları özgürlükleri genişletmek yönünde kullanmıyorlar. Savcılar iddianamelerini yazarken, mahkemeler kararlarını verirken ülkenin içinde bulunduğu gelişmişlik düzeyini, çağdaş demokrasinin gereklerini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin özgürlükleri genişletici içtihatlarını dikkate almıyorlar. 2008 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki akademik yılın açılış töreninde Başbakan’ı pankartlar ve sloganlarla protesto eden ve “ücretsiz eğitim” hakkı da dahil bazı haklar talep eden öğrencilere verilen son ceza bunun bir örneği. 18 öğrenci, bu “suç” nedeniyle 15’er ay hapis cezasına çarptırıldılar. Eğer beş yıl içinde “aynı suçu” bir daha işlemezlerse hapisten kurtulacaklar, “aynı suçu” bir kez daha işlerlerse hem o suçun cezasını hem de bu cezayı çekecekler. Ve bu Avrupa Birliği yolunda ilerlemeye çalıştığı iddia edilen bir ülkede cereyan edecek! Bakın bakalım hangi Avrupa ülkesinde, bu tür protestolara böyle cezalar verilebiliyor. Mesele sadece kanunların ne yazdığı ile ilgili değildir. Siyasi iktidar, demokratikleşme yolundaki söylediklerinde samimi ise elbette bu kanunları da çağdaş demokrasi anlayışına uygun hale getirmelidir. Ama yargıçlar ve savcılar da ellerindeki kanunları, o kanunlar ne kadar katı olursa olsun özgürlükleri genişleten bir şekilde yorumlayabilirler, bu hakka sahipler ama kullanmıyorlar. Referandum tartışmaları sırasında da yazmıştım, yine yazayım: Türkiye’de adalet sisteminin temel sorunu HSYK’nın biçiminden önce budur!
Yıllar aynı hızla geçip gidiyor
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Eğitimde FATİH Projesi’nin açıklandığı toplantıda “Batılı çocuklar bilgisayarlı eğitim görürken, bizde kılık kıyafetle uğraşıldı. Böyle kaybettik yıllarımızı” dedi. Böylece geçmiş iktidarlara eğitim sistemi ile ilgili bir eleştiri de getirmiş oluyor. Kusura bakmasın ama aynı eleştiriyi kendisi için de söyleyebiliriz. Sekiz yıldır tek başına iktidarda olan bir parti var ve o da ne yazık ki kafayı yine aynı meseleye taktığı için eğitim sistemimizin asıl sorununu çözmek için hiçbir adım atamadı. Türkiye’de lise eğitimi tam anlamıyla iflas etmiş durumda. Eğitimin kalitesi kötü, çocuklar getirilip üniversite kapısına yığılıyorlar ve talihli olan üniversiteye giriyor, olmayan sokakta hiçbir beceri kazanmamış bir halde kalakalıyor. Sanayinin ihtiyaç duyduğu nitelikli ara eleman sorununu çözebilecek meslek eğitimi önemsenmiyor, meslek eğitiminin geliştirilip modernleştirilmesi için hiçbir çaba yok. Hükümetin “meslek liselerinin sorunlarından” anladığı tek şey imam hatiplerin durumu! Tabii bir de şimdi ilköğretim ve liselerde de türban serbest kalacak mı sorusu var. Yani Başbakan da eleştirdiği iktidarlardan farklı bir durumda değil. O da kimin hangi okula gideceğiyle, kimin nasıl giyineceğiyle meşgul ve bu nedenle de sorunun büyüğü çözülemeden öylece duruyor. Başbakan “kaybolan yılları” geri kazanmak istiyorsa, hazır elinde iktidar çoğunluğu da varken bu soruna el atmalı. Yoksa yıllar aynı hızla geçip gitmeye devam ediyor!