Erkeklik kaç yaşında ölür

YAŞI 80’inin üzerindeydi.

Aktif bir gazetecilik hayatından sonra emekliye ayrılmıştı.

Sıcak bir Doğu Akdeniz yazındaydık.
Bir plajda oturuyorduk.
Hemen önümüzde, bir Kuzey ülkesinden gelmiş iki kadın turist güneşleniyordu.
İkisi de üstsüzdü.
İkisi de çok güzeldi.
Yaşlı dostumla aramızdaki konuşma işte orada, o iki olağanüstü kadına bakarken geçti.
* * *
Dostum, teşhirin ve seyretmenin cazibesiyle hüzünlü bir itirafa başladı:
“Yaşım 80’i geçti. Her tarafım lime lime. Yıllardır aynaya çıplak bakamaz haldeyim. Kalbim tekliyor. Ayakta zor duruyorum. Saçlarım iyice döküldü...”
Hayata dair trajik bir hasar tespiti yapıyor.
O anlatıyor, kelimeler mitralyöz mermisi gibi narsist dimağıma saplanıyor.
Karşımda bir ayna, kendimi seyretmeye çalışıyorum.
Sonra, o bedenden hiç beklenmeyecek kadar kuvvetli bir “ama” geliyor.
“Ama, bu Allah’ın belası beynim hâlâ kadın istiyor...”
O an beynimin en hassas, en acı veren noktasında dank diye bir şarapnel patlıyor.
Mermi kelimeler, şarapnele dönüşüyor.
Ağır bir halı bombardımanı beynimden bedenime doğru ateş topu halinde yayılıyor.
Karşımda, 80 yaşını geçmiş bir adam konuşuyor.
Adam değil, bir erkek konuşuyor.
Istırap dolu yalvarış kulaklarımda çınlıyor.
“Bu Allah’ın belası beynim hâlâ kadın istiyor.”
* * *
Yaşlı dostumu unutuyorum; kendi derdime düşüyorum.
İçimde o derin şüphe, kontrol edemediğim sessiz çığlık geliyor.
“Allahım, bir gün her erkek bu ıstırabı tadacak mı...”
Yani ölümden önceki en beter şeyi...
Umutsuz, çaresiz, dermansız; tatmini mümkün olmayan, o zamansız, mendebur, arsız arzuyu.
Geçenlerde o sözler yine aklıma geldi.
Doğan Grubu’nun medikal hizmetlerinin başındaki Doktor Gündüz Tezmen’e sordum:
“Bir erkeğin kadın tutkusu, kadın arzusu, kadın ıstırabı kaç yaşında diner?”
Muzip bir ifadeyle yüzüme baktı ve cevapladı:
“Öldüğün zaman...”
Teşekkür ederim Gündüz, beni çok rahatlattın!
* * *
Donup kaldım.
Kafam iyice karıştı.
Bir yanda, o yaşlarda bile hayata asılma tutkusu.
Öte yanda, bir daha hiç barışmamak üzere aynalara küseceğim bir yaşta, hâlâ bir kadını tutkuyla arzulamak.
Enkaza dönmüş bir gövdeyle, en muhteşem ışık uzmanlarının bile kapatamayacağı defolarla, bir kadını arzulamak;
Bir daha asla karşılık alamayacağın; en acısı da asla tatmin edemeyeceğin kadınları istemek;
Karşılık alsan bile, bedeninden asla emin olamayacağın korkuları yaşamak;
Allahım bu nasıl bir şeydir?
Böyle bir alın yazısı mı bekliyor bizi?
“Allah gecinden versin” sözleri güzel bir temenni mi, yoksa karanlık bir ruhun laneti midir?
Yani, Allah ne kadar gecinden versin ki, beynimdeki o en hain merkez bana bu kahredici cezayı veremesin.
Önceki gece sabaha kadar uyuyamadım.
Karanlık bir odada hiç yanmayan kırmızı, mavi ışıkları bekledim.
Ve aklıma Roman Polanski’nin “Ne” filminin hiç unutamadığım o son sahnesi takıldı.
Yaşlı dostum kadar yaşlı bir adam, ölüm döşeğinde.
Son arzusu, bir kadının bacaklarının arasına bakarak ölmek.
Elbette ki yerine getiriyorlar.
Genç, diri, çok güzel bir kadını getiriyorlar.
Dolgun bacaklarını açarak yaşlı adamın tam başının üzerinde, hareketsiz şekilde duruyor.
Yaşlı adam, işte tam oraya, kadının bacaklarının arasına bakarak öteki tarafa geçiyor.
Sapık bir bunağın son fantezisi mi?
Asla...
Eğer erkeklik denen bu bela ancak ölümle katledilebiliyorsa;
Eğer ölüm, beynin en kahpe noktasının bize kurduğu son pusuya meydan okumaksa;
İşte size dünyanın en güzel cinayeti.
Muhteşem bir samuray harakirisi...
Eğer ölüm; ana rahmine dönüşse;
İşte size hayata manasını kazandıracak son yolculuk.
* * *
Ne diyorsunuz?
Allah gecinden mi versin?
Yoksa samuray azmi mi...
Yazarın Tüm Yazıları