Son Sertab’a bayıldım

Sertab aslında inanılmaz yol kat etti, ediyor. Üç ayda bir single çıkarma fikri de bence muazzam. Son single’ı “Açık Adres”, sihirli bir şarkı, iddia ediyorum, yazın ortalığı kasıp kavuran “Bu Böyle”den daha iyi. Beni çok heyecanlandırdı, bakalım dinleyince siz ne hissedeceksiniz...

1. Dinlediğim en güzel Sertab şarkılarından biri. Bayıldım, öldüm, bittim. Dinlemekten bitap düştüm. Ama usanmadan, bıkmadan yeniden dinledim, yeniden dinledim. İnsanı çağıran bir şarkı.

2. İkisi bir arada, hem hüzünlendiriyor hem de dans etme isteği uyandırıyor. Hayat gibi.

3. Sözlerinde abartılı hiçbir şey yok.
Sorma bu ara şu halimi...
Bu acıların hepsi mi daimi?
Yazık oldu her iki tarafa da,
Şimdi sence daha iyi mi?/images/100/0x0/55eaa723f018fbb8f88e1388
Bir gün oldu, iki gün oldu, ay oldu, yıl oldu ümitlere...
Unutmuyor gönlüm seni,
Seviyor her gün, her gece.
Yoruldu, duruldu, kırıldı, vuruldu kaç kere...
Yazılıdır hepsi hikâyede.

4. Çok büyük duygular, acılar, pişmanlıklar anlatmıyor. Hepimizin yaşadığı, yaşayacağı şeyler. Ama sahici ve derinden. Sertab’ın güzel sesiyle su gibi akıyor, insanın içine işliyor.

5. İddialı bir şarkı değil, “Bir numara olacağım göreceksiniz, hepinizin tepesine oturacağım!” demiyor. Şarkıyı söyleyenin de böyle bir telaşı yok. En çok da buna bayıldım. Bu duygu geçiyor insana.

Klibi de seveceksiniz!

Çünkü yumuşak ve akan bir Sertab var...
Ve çok güzel...
Ama duru bir güzellik...
Androjen bir güzellik...
Madonna filan gibi...
Saçları toplu değil açık, insan elini saçları arasında dolaştırmak istiyor...
Bu arada, yeri gelmişken itiraf ediyorum, Sertab’ın VOB (Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası) reklamındaki halini hiç sevmedim.
Hatta nefret ettim...
Karanlıkta görsem o kadından korkarım...
Katur kutur bir kadın...
Kasket kötü, makyaj kötü...
O çıkardığı sesler kötü...
Ama siz gelin Sertab’ı bir de bu son single’ının klibinde görün.
Bugün yarın dönmeye başlıyor.
İnanılmaz estetik bir çalışma olmuş.
Aşk, seks, temas, dokunma bu kadar güzel anlatılır.
Ben çok etkilendim.
Burak Ertaş çekmiş.
Ertaş, “multi fonksiyonel”, Türkçesi, çok yönlü bir arkadaş.
Elinden her iş geliyor.
Ama lafın gelişi değil, gerçekten öyle.
Hem makyaj yapıyor (make-up artist çünkü), hem saç, hem de styling...
Fotoğraf çekiyor...
Yetmiyor bir de klibi çekiyor!
Yönetmen de o, görüntü yönetmeni de...
Bir kişiyle her işi hallediyorsunuz anlayacağınız.
Üstelik gırgır bir adam./images/100/0x0/55eaa723f018fbb8f88e138a
Afrika’ya birlikte gitmiştik, oradan biliyorum, orada onu delirtmiştim o ayrı.
Kısacası, Burak da Sertab da bu son klipte müthiş bir iş çıkarmışlar, ikisini de tebrik ediyorum.

İyi dans eden bir politikacımızın olmaması ne acı

“Hayalim, Türklerin dansla ilişkisini konu alan bir söyleşi yapmanız...
Çok acıdır ki Türk erkekleri dans etmesini bilmiyor.
Kaskatılar.
Kadınlar biliyor mu diyeceksiniz?
Onlar da pek bilmiyor.
(Göbek atmaktan söz etmiyorum.)
Dans etmek için zengin olmak gerekmiyor.
Hissetmek ve kendini müziğe bırakabilmek gerekiyor. Tabii işin eğitimini alırsanız şahane...
Bir sürü ülkede dans, okullarda öğretiliyor.
Evet haklısınız, dansa gelene kadar bir sürü sorunumuz var.
Ama bu da önemli bir mesele.
Romantik bir müzik eşliğinde bir sevgiliyle, bir eşle dans edememek, ritim tutturamamak ne acı...
İyi dans eden bir politikacımızın olmaması da...
Sizce bizler toplum olarak bir tangonun, bir valsin, müzikle beraber güzelliğini, büyüsünü ne kadar yaşayabiliyoruz?
‘Dans’ dahil bütün güzellikleri yaşayamadığımız için bu haldeyiz.” (Seher Ö.)

- Diyecek bir şey yok. Çok haklısınız. Hatta haddinden fazla. Misal ben. Annem balerin olmasına rağmen, ben de o iyi dans edemeyenlerdenim. Ritim duygumu her zaman tutturamıyorum. Biraz Ajda’lık var bende. Allah’tan sahne sanatlarıyla uğraşmıyorum, yoksa yanmıştım. Ama Türkiye’de kadınların ve erkeklerin çoğu benim gibi. Dans, hayatlarının bir parçası değil. Oysa Batı kadını için bu öyle. Bu konuda röportaj yapmak isterim...

Katılmıyorum Cengiz’cim

Cengiz Semercioğlu, “Kadını yok saymak” diye bir yazı yazdı.
Aslında kadınlar tribününe yazdı.
“Ne yazık ki nikâhsız beraberliklerde kadının lehine kararlar verilmiyor” dedi.
Örneği ressam Renan Ertosun’du.
Üç yıl nikâhsız yaşadığı sevgilisinden ayrılıyor, mahkemeye başvuruyor, 70 bin lira tazminat istiyor, mahkeme onun talebini haksız buluyor, tazminat filan vermiyor.
Ben Ertosun’un hikâyesini derinlemesine bilmiyorum, dolayısıyla ahkâm kesecek halim yok.
Ama Cengiz’in verdiği diğer örneğe bir çift lafım var:
Tanıdığı biri, kız arkadaşıyla 5 yıl kesintisiz aynı evde yaşıyor. İmza yok ama karı koca gibiler. Gün geliyor ekonomik krizde parasız kalıyorlar, gün geliyor çukurlara düşüyorlar...
Amaaaaa günün birinde, adam parayı buluncaaaaaa, kadını terk ediyor.
Bir daha da arkasına dönüp bakmıyor bile...
Parasal olarak da destek çıkmıyor.
Cengiz de bunu eleştiriyor.
Affedersiniz ama ben de buna itiraz ediyorum. Adam şu olabilir bu olabilir ama bu olayın haber değeri yok, Türkiye’de neredeyse bütün erkekler böyle davranıyor. İstisnalar kaideyi bozmaz.
Peki ama bir insanın birkaç sene birlikte yaşadığı kız arkadaşından ayrılması, ona tazminat ödemesini gerektirir mi? Ne alakası var? Niye? Beş yıl birlikte oldular diye mi? Sen bir adama üç yılını verdin diye o adam sana niye para ödesin? Birlikte zaman geçirdiğiniz için mi? Ne bu? Yaşanan her şeyin maddi bir karşılığı mı olmak zorunda? 3 yılımı verdim 30 bin lira isterim, 5 yılımı verdim 50 bin lira isterim. Böyle saçmalık mı olur? Birlikte paylaşılan bir zaman parçası değil mi o? Niye bir taraf öbür tarafa para ödesin?
Ben de bir kadınım ama benim aklım bu durumu almıyor.
Ortada çocuk yok, “Çalışma! İşi bırak, evinin kadın ol. Sadece bana hizmet et” diyen bir adam da yok, eeeeee, o beş yıl ne yaptın, armut mu topladın?
Çalışsaydın, mesleğini bırakmasaydın...
Elin adamı, hayatınızın bir süresi birlikte oldunuz diye niye sana hayat boyu para ödesin?
Ödemesin.
Çocuk varsa tamam ama onun dışında ben ayrıldığım adamın bana bakmasını ya da masraflarımı karşılamasını zul addederim.

Sevdikçe güzelleşiyor

Hiçbir şey bilmiyor olsam bile, evrenin sırlarından birini biliyorum:
Sevgi...
Valla da, billa da öyle.
İnsan resmen sevildiği zaman güzelleşiyor.
Sevildiği zaman daha akıllı oluyor.
Örnek mi?
Bizim tavşan Hımmm...
Bin şahit ister tavşan demeye, şahsi evrimini bir kademe atlamış da kedi haline gelmiş gibi, sırnaşıyor, yanımıza yatıyor, öpüyor, bizimle birlikte televizyon seyrediyor, ben yazı yazarken ayağımın dibinden ayrılmıyor, nereye gidersem peşimde...
Hem bahçede hem evde...
Keyfi pek yerinde...
Bizim tavşanımız olduğu için söylemiyorum ama gerçekten çok akıllı, bir kere bu evdeki herkesi çözdü, gözlerinden okuyorum, evin stratejik noktalarını biliyor, gidip oralarda yatıyor, bütün olan biteni izliyor ve kaydediyor.
Yatarken öyle bir yayılıyor ki, ayakları dışa bakıyor, yerde bembeyaz bir şey uzanıyor, bir tek kulaklar havada...
Nasıl tatlı, nasıl tatlı...
Gerçi çok laf dinlediği söylenemez, bu evdeki herkes gibi özgür ruhlu...
Baktım geçen gün bahçe kapısının telini çaktırmadan oymuş, kendine bir delik yapmış, en hovarda haliyle bahçeyle ev arasında mekik dokuyor...
Kendine güvenen afili bir hali var...
Sadece ara ara babadan azar işittiğinde havası sönüyor...
Ama genelde çok mutlu, çünkü her gün onu sevgi sözcükleriyle yıkıyoruz, “Ne güzelsin!” diyoruz, “Sen tavşanların en yakışıklısısın” diyoruz.
Size yemin ederim böyle dedikçe, onu daha da sevdikçe, kabardıkça da kabarıyor, tüyleri ışıl ışıl parlıyor.
Bana kalsa hem kedimiz, hem köpeğimiz, hem tavşanımız, hem de ikinci çocuğumuz olsun...
Ama beni dinleyen yok...
Yazarın Tüm Yazıları