Eğer bir başı açığa gönül verse idim

Geçen günkü yazımda “İslami kesimde türbansız kızlarla evlenme modası baş gösterdi... Bu durumda türbanlı kızlarla kim evlenecek?” tarzında hayli elektrikli bir sorunun aktarıcısı olmuştum...

Haberin Devamı

Bu konuda Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan’dan “Aşk her derde devadır” diye özetlenebilecek romantik bir yanıt geldi...

İsmet Berkan diyor ki:

“Aşk gibi, evlilik gibi konular öyle genellenemeyecek, hele hele siyasetin ve bir siyasetmiş gibi uygulanmak istenen inancın alanına hapsedilemeyecek konulardır. Âşık olmuş, birbirleriyle bir hayatı paylaşmaya karar vermiş bireyler var ortada.”

İsmet Berkan bu yorumu yaptıktan sonra da bana şöyle bir soru tevcih ediyor:

“Zaman zaman eski İslamcılık günlerini ve o günlerdeki ruh halini çok eğlenceli bir dille aktaran Ahmet Hakan, o eski keskin günlerinde başı örtülü olmayan bir kıza âşık olsaydı ne yapardı acaba?”

Çok güzel bir soru...

Dilerim vereceğim yanıt, İsmet Berkan’ın çocuksu romantizmini ve aşırı iyimserliğini bir parça etkiler de acı gerçeklere yaklaşmasına yardımcı olur.

* * *

Haberin Devamı

Hakikaten de o “eski keskin günlerim”de başı örtülü olmayan bir kıza âşık olsaydım ne yapardım acaba?

O “eski keskin günler”...

Yani düğün davetiyelerinde “Hayat iman ve cihattan ibarettir” cümlesinin yazıldığı... Düğünlerde kadınların erkekleri, erkeklerin kadınları görmelerinin mümkün olmadığı... Başı örtülü bir kızla evlenmenin Allah’ın emri addedildiği... Ailelerin “mücahitler” ve “mücahideler” yetiştirmek için kurulduğu... Tesettürün norm olarak benimsendiği... Tesettürsüze “ayrı dünyanın insanı” muamelesinin çekildiği... Şevki Yılmaz’ın fırtına gibi estiği... Abdullah Gül’ün tek derdinin türban olduğu... Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın başı örtülü genç kızlarla mücahit genç erkekleri evlendirmek için aracılık yaptığı...

O “eski keskin günler”de...

Eğer ben, kazara “tesettürsüz bir kız”a âşık olsa idim...

Şu olurdu:

Yanardım, biterdim, kül olurdum...

* * *

En başta riyakârlık yapmak zorunda kalırdım...

Aşkımı kalbime gömmezdim ama “Beni bu kızla görmesinler” derdine düşer, sevgilimle uzak semtlerde buluşmaya gayret ederdim.

Korkardım yadırganmaktan...

Ailemin olası itirazlarından ürkerdim... Mücahit abilerin “Bu bizim Ahmet de iyice uçtu birader” tarzı bakışlarından çekinirdim... Dava arkadaşlarımın laf sokmalarına öfkelenirdim... Cemaat içi kariyerimin bitmekte olduğunu fark ederdim...

Haberin Devamı

“Zavallı başı açık kız”la durumu mütalaa ederdim...

Önce ciddi bir tebliğ yapar, “Ahzap Suresi”nden söz ederdim...

Baktım olmuyor...

Bu sefer “Benim için başını örtersin değil mi?” falan diye miyavlardım...

En sonunda “Senin bu halinle bizim mahallede kabul edilmen çok zor” der miydim, bilmiyorum...

Sonuç olarak...

İsmet Berkan’ın sandığı gibi, ”Aşk devreye girdiğinde herkese susmak düşer” şeklindeki o şahane ilke, bizim mukaddes gettomuzda işlemezdi.

* * *

Yani demem o ki...

Bunlar öyle “Aşktır gelen, kokusundan bildim” tarzı laflarla geçiştirilecek işler değildir...

Derindir, çetrefildir, şaşırtıcıdır...

Hatta o kadar derindir ki...

Mesela...

Eğer İsmet Berkan bekâr bir erkek olsa idi...

Haberin Devamı

Ve bugünkü sosyal ortamı içinde tutup türbanlı bir kıza âşık olsa idi...

Şimdi sazını almış “Bir laik türbanlıya gönül verse/gör başına neler gelir” türküsünü çığırıyor olurdu...

Şu kadarını söyleyeyim:

Benim eski keskin günlerimde “Bir mücahidin türbansız bir kıza gönül vermesi”nin doğuracağı sorunlar, bugünün Türkiyesi’nde “laik bir gencin türbanlıya gönül vermesi”nin doğuracağı sorunlardan bin kat fazla idi...

* * *

Tamam... Tamam...

Ahmet Mücahit Arınç’ların, Ömer Topbaş’ların, aşklarını kalplerine gömmek zorunda kalmamalarından sevinçler devşirelim...

“Ne güzel yahu?” diyelim...

Mahalleler arası geçişkenliği alkışlarla karşılayalım...

Onların bireyselleşmelerine şapka çıkaralım...

Haberin Devamı

Ama önemli ayrıntıları da unutmayalım:

Mesela...

Bu bireyselleşen çocukların politikacı babalarının, daha düne kadar fedakârlık yapmaya teşvik ettikleri türbanlı kızların kimlerle evleneceği meselesine de şöyle kıyısından, köşesinden dalalım...

Oğuz Atay’ın dediği gibi: “Ekmek suyla undan ibarettir/Maruzatım bundan ibarettir.”

Yazarın Tüm Yazıları