Yağma karşısındaki tutum ne kadar samimi?

BEYKOZ’daki özel ormanlarda usulsüz yapılaşmalar, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin açıklamalarıyla son günlerin en gözde konusu haline geldi.

Dün de Milliyet’te havadan çekilmiş bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğraf, Sarıyer’de inşaatı Nurettin Sözen’in belediye başkanlığı döneminde durdurulmuş Uyum Villaları’nı gösteriyordu.

Kimisi ruhsatsız, kimisi de ruhsata aykırı olarak inşa edilen villaların yapımı 1987 yılında durdurulmuş ve bazı villalar da yıkılmıştı.

Fotoğraf gösteriyor ki o villaların önemli bölümü yarı yapılmış halde öylece durmaya devam ediyor.

İçinde insanların yaşadıkları binaları, ruhsatsız ve kaçak da olsa yıkmanın zorlukları olduğunu biliyoruz.

Bazen mevzuat, bazen de yerel yöneticilerin siyasi kaygıları, bu tür yıkımları imkánsız hale getirebiliyor.

Oysa Uyum Villaları’nda böyle bir sorun da yok. Binalar 20 yıldır metruk vaziyette, öylece duruyorlar.

Demek ki bu evlerin yıkılmamasının başka bir nedeni olmalı.

"Bir gün bir fırsatını bulur, inşaatları tamamlarız" diye mi düşünülüyor acaba?

Öte yandan şöyle ilginç bir gelişme de yaşandı Sarıyer’de.

Bu villalar yapılırken ve inşaatlarının durdurulduğu tarihte çevresinde neredeyse hiç ev yoktu.

Şimdi Boğaz’dan Sarıyer’e doğru bakarsanız bütün tepelerin binalarla dolu olduğunu da görebilirsiniz.

O zaman şöyle düşünmek de mümkün: Madem oralarda çok daha fazla kata sahip binalar yapılabiliyor, o halde bu evlerin sahiplerinin suçları ne?

Benzeri bir manzara Büyükdere’de de var. "Ön görünümde" oldukları için ruhsatları sonradan iptal edilmiş metruk villalar öylece duruyor.

İnşaatları durduran otorite, ne o villaları yıkıp araziyi eski haline getirmek için ağaçlandırıyor, ne de inşaatların tamamlanmasına izin verip hiç olmazsa bahçelerinin ağaçlandırılmasını sağlıyor.

O metruk evler öylece dururken de çevresinde beş-altı katlı apartmanlar boy atıyor.

Bu nedenle bazı inşaatları durdurup bazılarının yapılmasına ses çıkarmayanların, durdurulmuş inşaatları yıkıp araziyi eski haline getirmeyenlerin samimiyetlerine inanmakta güçlük çekiyorum.

Türkiye yolundan sapmaz

AVRUPA Birliği Zirvesi’ne çok az bir zaman kaldı ve Batı basınında Türkiye’nin AB içindeki geleceğine ilişkin endişeli yorumların sayısında da tam bir patlama yaşanıyor.

Öyle görünüyor ki, bizim çok bir şey yapmamıza gerek kalmadan Kıbrıs’taki asıl sorunun Türklerden değil Rumlardan kaynaklandığı da Batı basını tarafından iyice anlaşılmış durumda.

Özellikle İngiliz gazetelerinde yayımlanan yorumlar bu yönde.

Demek ki Türkiye’nin Kıbrıs konusunda son bir atak daha yapması ve artık Kıbrıs’ta iki devletli bir çözümün peşine düşmesinin de zamanı geliyor.

Batı basınında yayımlanan yorumlarda en çok ilgilendiğim konu ise şu oldu: Yorumcuların önemli bölümü, Türkiye’nin AB’den dışlanması sonucunu doğuracak gelişmelerin yol açabileceği tehlikelere dikkat çekiyor.

Bazı yorumcular işi öyle abartıyorlar ki, Türkiye’nin "ray değiştirebileceğinden" ve "aşırı İslamcı bir çizgiye kayacağından" söz edebiliyorlar.

Bunların Türkiye’yi yeterince tanımamaktan kaynaklanan yüzeysel yorumlar olduğunu düşünüyorum.

Türkiye, hedefini daha cumhuriyet kurulurken kurucusunun ağzından tanımlamıştı: Gelişmiş, çağdaş Batı medeniyetinin bir parçası olmak.

O tarihte ne Avrupa Birliği vardı, ne de benzer başka organizasyonlar.

Kimsenin korkmasına gerek yok: Türkiye, AB olsa da olmasa da çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşabilmek için laik düzenini korumak, demokrasisini geliştirmek zorunda olduğunu herkesten daha iyi biliyor ve bu yoldan bir sapma da olmayacak.

Türkiye’nin çağdaş insanları buna izin vermeyecek.

Uyuşturucu sorunu ve Van Gölü Canavarı

UYUŞTURUCU ile mücadelenin ne kadar ciddi bir sorun olduğunu, geçen hafta Yüksek Askeri Şûra vesilesiyle yayımlanan haberlerden bir kez daha gördük.

Bu mücadelede bütün sorumluluğu polisin sırtına yıkmak gibi kolaycı bir yaklaşım benimsediğimiz de bazı yetkililerin sözlerinden anlaşılabiliyor.

CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, yaklaşık üç yıldır uyuşturucuyla mücadele konusunda daha etkin bir yöntem aranması için çabalıyor.

Ama TBMM’de bu çabasının herhangi bir ilgi uyandırdığını söyleyebilmek mümkün değil.

Bu konuda hazırladığı bir kanun teklifi iki yıldır bekliyor.

Üç yıl önce verdiği, uyuşturucu kullanımının artışındaki nedenlerle mücadelenin yeterli olup olmadığının araştırılması için verdiği önerge de aynı şekilde uyutuluyor.

Bu konuyla ilgilenmeye gerek görmeyen TBMM’de Van Gölü Canavarı’nın varlığını araştırmak için bile komisyon kurulduğunu hatırlatmak istiyorum.

Öyle görünüyor ki TBMM, ülkemizin geleceği için son derece önemli bu konuyu, Van Gölü Canavarı kadar bile ciddiye almıyor!

Milletvekillerine şunu hatırlatmak istiyorum: Sadece liderlerinizin buyurduğu kanunlar için el kaldırmak, görevinizi yapmış olduğunuz anlamına gelmez.
Yazarın Tüm Yazıları