Ya ötekilerin onuru ne olacak

ANKARABURSA’daki gözaltı haberini okuyunca üstüne atlamadım.

"Men dakka dukka" (Çalma kapını, çalarlar kapını) demedim.

Haberin üstüne 24 saat yattım, düşündüm ve yazdım.

* * *

Önce okumayanlar açısından haberi hatırlatalım:

Bursa’da bir evin kapısı terörle mücadele polislerince çalınıyor.

Seyfullah (Seyrullah ?) Vatansever gözaltına alınıyor.

Neden sıradan bir polis-adliye haberi değil?

Çünkü Vatansever, Ergenekon Savcısı’nın akrabası.

Anadolu Ajansı haberine göre teyzesinin oğlu.

Şikáyetçi olan da Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz. Vatansever’in Aydınlık Dergisi’nde yayınlanan yazıda kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle şikáyeti var.

Vatansever, "Dergide çıkanların yüzde 80’i bana ait değil" diyor. Ama "Kamu görevlisi hakkında asılsız ve doğru olmayan bilgiler vererek rencide etmek" suçuyla adliyeye sevk ediliyor. Rencide zanlısı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor.

* * *

Haksız itham karşısında insanın canının ne kadar yandığını iyi bilirim.

Ama kişisel meselemi sonraya bırakıp farklı bir örnek vereyim.

Vakit Gazetesi’nin manşetini kesip saklamıştım.

Mezar başında bir fotoğraf, dua eden birkaç kişi ve büyük harflerle şu başlık: "Vakit olay Savcı Abdurrahman Yalçınkaya’nın köyünde; Abisinin cenazesine bile gitmemiş."

Kapatma davasının tarihi 14 Mart... Savcının manşeti 19 Mart’a yetişiyor.

Bizzat en yakın akrabalarının ağzından savcıya yaylım ateşi açılıyor.

En şahsi tercihi, mezar taşı fotoğrafıyla süslenerek sorgulanıyor.

Ağabeyinin cenazesine gitmeme (?) kararı yıllar sonra önüne konuluyor.

O gün Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ne hissetti, bilmiyorum.

Ama en az Ergenekon Savcısı kadar rencide olduğunu tahmin ederim.

* * *

Bakın şu savcı, bu savcı demiyorum. Dava farkı da gözetmiyorum.

Savcılık ve gazetecilik mesleği arasında çok fark bulur, sayarım.

Ama tek bir benzerliğimiz var ki, gündelik yaşamı çok etkiliyor.

Savcı ve gazetelerin iddiaları yanlış ve haksız bile olsa... Kişisel tarihlere not olarak düşülüyor, her yerde karşınıza çıkıyor.

Google’a giriyorsunuz, suçlama sabit, sonucu çoğu kez kayıp. Çünkü aklanma haberlerine ne savcılık, ne de gazeteler pek itibar etmiyor.

* * *

Tam bu noktada sübjektif bir parantez açmak zorundayım. Haysiyeti sadece sizinki zedelenince hatırlanacak bir değer olarak algılamadım hiç...

O yüzden örnek verdiğim her iki savcıyı da çok iyi anladığım iddiasındayım. Ve keşke her savcı da iddianame yazarken zanlıyla empati kurabilse diyorum.

Örneğin, Tuncay Güney gibi sahtecilikten sabıkalı bir isim önüne gelene çamur atarken... Maddi hatalarla dolu bir şema keşke iddianame ekine konulmasaydı daha iyi olmaz mıydı?

Hukuki yola başvurduğum için fazla uzatmadan sübjektif parantezi kapatıyorum.

Ergenekon Savcısı’na samimi geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Mağdurların safına hoş geldi, sefa getirdi.
Yazarın Tüm Yazıları