Viyana'da ölüm

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Viyana'da intihar eden insan sayısı çok fazlaymış.

Bunu duyunca şaşırdım, çünkü burada insanların intihar etmeye vakit kalmadan, çok daha önce sıkıntıdan doğal olarak öleceklerini düşünüyordum.

Ancak intihar etmedikleri takdirde bunların 80-90 yaşına kadar yaşadıklarını da öğrendim.

Buna da şaşırdım, çünkü neler yediklerini gördüğümde Viyana'da ortalama insan ömrünün taş çatlasa 50 düzeyinde olması gerektiğine karar vermiştim.

Meseleyi şöyle anlatayım: Eğer bir vejetaryenseniz Viyana'da ikamet etmeniz katiyen mantıklı bir karar değil.

Bütün ülke ot denilen şeyin, sadece daha sonra kızartılacak bazı hayvanlar tarafından yenilmeye müsait olduğuna karar vermiş durumda.

Dört günlük seyahatim sonrasında şunu gönül rahatlığıyla ifade edebilirim ki, tıp ilminin kırmızı et tüketimiyle kalp krizi arasında kurmuş olduğu bire bir ilişki baştan aşağıya yanlış.

Eğer bu teoremde ısrar edilecekse o zaman Avusturyalılarda bir hata var ki bunun da hemen bilimsel açıdan bulunması gerekiyor.

***

Neden intihar ettiklerine gelince...

Bunun nedenini kime sorduysam bana ‘‘Yanlızlıktan’’ dediler.

Bu bana pek açıklayıcı gelmedi, çünkü insan ne kadar yalnızlık çekse de bunun intihara sürükleyici boyutta olabilmesi imkânsız diye düşünürdüm eskiden.

Ama o eskidendi tabii. Ta ki Selim Yalçıner'in lokantaya yürüyüş yapmaktayken anlattığı o harikulade hikâyeyi duyunca yalnızlığın da abartılısının olabileceğine karar verdim.

Bu gerçek bir olay. Bir apartmanda iki kız kardeş farklı dairelerde yaşıyorlarmış.

Kız kardeşlerden bir tanesi intihar etmiş.

Şimdi diyeceksiniz ki ‘‘Bak gördün mü, yalnızlıktan değilmiş intiharların nedeni. Aynı apartmanda kız kardeşi oturan bir kişi nasıl olur da yalnızlık çeker ki?’’

Biliyorum, bunu diyeceksiniz ve ben de size diyeceğim ki ‘‘Durun bakalım, orası Avusturya, yok öyle!’’

Evet, yaşlı bayan intihar etmiş.

Cesedini tam altı yıl sonra bulmuşlar. Evet, tam ALTI YIL SONRA.

Bu arada kız kardeşi onun hatırını bir kez bile sormadığından, kimse intihar edeni aramayı akıl etmemiş.

Sevgili okurlarım, sizin tepkiniz ne oldu bilmem, ama ben bu gerçekten yaşanmış hikâyeyi dinleyince ilk önce ‘‘İşte mutlak bir yalnızlık vakası, nihayet bulabildim bu vakayı’’ diye tepki verdim.

İkinci söylediğim ise ‘‘Selim, gideceğimiz yerde umarım yanında lahanayla servis yapılan çeşitli sosis tabağı vardır mönüde’’ oldu.

***

Selim ile hiçbir konuyu basit konuşmak mümkün değil.

(Bu arada ona takmış olduğumun da farkındasınızdır. O benim sadece sevdiğim insanlara taktığımı umarım biliyordur. Bizim Avrupa baskısını hazırlayan arkadaşlar, yabancı ülkelerdeki vatandaşlarımızın beni okumak istemeyeceklerini düşünerek yazılarımı yayınlamadıklarından bu açıklamayı da Selim'in görmesi mümkün değil tabii ki. Onu telefonla arayıp bu açıklamayı yapmam gerekecek.)

Örneğin, ona ‘‘Akşam televizyonda neler izliyorsun’’ diye sorduğumda konu, büyük bir hızla Türkiye'nin sosyoekonomik çarpıklıklarının derinliğine gelebiliyor. (Yaşanmış olaydır bu. Yaşandığı yer ise havalimanının Harrods mağazasının bulunduğu bölümdeki bar.)

Ayrıca onun hemen her konuyu ciddi hale getirip anlatmak gibi bir yeteneği de var.

Üstelik dedikleri de enteresan olduğundan dinlememeniz de mümkün değil.

Tabii bu intihar olayını dinlediğimde Selim'in bu özelliklerinin henüz daha farkında değildim.

Hikâyenin o aşamada biteceğini, yemeğe rahat bir kafayla gideceğimi düşünüyordum.

Yanılmışım.

***

Olay orada bitmiyor.

Avusturyalılar bir şeyi yaparken mükemmeliyetçi davranıyorlar.

Bunun hem iyi, hem de kötü yanları var.

Örneğin, eve tamirci çağırdığınızda bunun Türkiye'de olabileceği üzere, iki gün önce baytarlık mesleğinde çalışmaktayken daha sonra ‘‘Daha iyi para var birader’’ deyip tamircilik mesleğini seçen bir vatandaş olabilmesi mümkün değil.

Büyük ihtimalle Avusturya'da tamire gelen kişinin ailesi 300 yıldır filan tamircilik yapıyor olacaktır.

Avusturyalıların bu mükemmeliyetçi özelliklerinin kötü yanı ise kapalı mekânlarda yapılan intihar olaylarında ortaya çıkıyor.

Viyana'da camı kapadığınızda içeriye hava girmesi mümkün değil. Dışarıya da hava çıkması mümkün değil.

Türkiye'deki birçok evde olduğu gibi kapı ve pencereler kapalıyken orta şiddetli rüzgâr esmiyor evin içinde.

İnsanlar hayattayken bu bir avantaj tabii ki, çünkü canlı insanların 24 saatte bir pencere açıp evi havalandıracakları farz ediliyor.

Zatem eminim ki Avusturya Germen dünyasında bir yerlerde bu konuda kanun hükmünde kararname de mutlaka vardır.

Doğal olarak ölüler, bu kanun hükmündeki kararnameye uygun davranamıyorlar.

Ve düşüncesizlik yapıp da kapı-pencere kapalıyken intihar ederlerse şu oluyor:

Hava ne içeriden dışarıya, ne de dışarıdan içeriye girebildiğinden bir süre sonra oksitlenme duruyor ve ceset çürümesi de bitiyor.

Ceset bir anlamda mumya haline geliyor.

Yemin ediyorum bu olay doğru, çünkü kadıncağızın cesedini altı yıl sonra bulduklarında kız kardeşi ‘‘Mümkün değil, o kadar olmuş olamaz, bakın yüzü daha gepegenç’’ diye bağırmış.

Bu hikâye bile benim iştahımı kesemedi, bu da işin başka acıklı yönü.



Yazarın Tüm Yazıları