Uyu sabahlara kadar

Ah Ercan Bey, sevgili Ercan Bey; Size bir yıl içinde üçüncü defa aynı mevzuda yazı yazmak istediğimi söyleyecek olsam, adım gibi eminim ki; ‘Yavrucuğum, sen ya sayı saymayı bilmiyorsun, ya da hiç dayak yememişsin. Adama gülerler be! Sersem misin nesin?!’ şeklinde bir fırça kayardınız.

Doğrudur, sizden bahis açalı şunun şurasında iki ay bile olmadı. Fakat málûm ve meşum haftayı idrak ettiğimiz andan beri içimde öyle bir sıkıntı var ki tariften acizim.

‘Konu’ dendi mi aklıma bir tek siz geliyorsunuz, yemin ederim.

Tamam, eyvallah, haklısınız... Ben de ‘aynı konu etrafında dönüp dolaşmaya’ bayılmıyorum; ‘Peki başka?’ sorusuna alternatif bir önerim olsun isterdim.

Ama yok... Özür dilerim.

Bir yerde, bunun müsebbibi sizsiniz; vakitsiz gidişinizle bizlere onulmaz bir travma miras bıraktınız.

Fakat sözüm söz: Bu son...

Hayattayken habire didiştiği patronunun ardından bitmek bilmez ağıtlar yakan, ağlaklar yapan, nekrofiliden mustarip gerzek çömez performansına paydos.

Ne siz böyle şeylerden hazzedersiniz ne de biz esasta böyle tipleriz. Fakat dedim ya, ağır travmaydı; mil pardon (!)...

Acınız daha çok taze. Bu henüz ilk sene-i devriye; anlarsınız...

Bugün terk-i álem eyleyişinizin üzerinden tamtamına bir yıl geçti. Sizinle birlikte birkaç yakınımızın daha göçüp gittiği, zor bir seneydi.

Demek böyle oluyormuş...

İnsan, meslekte kendisine bildiği hemen her şeyi öğreten ustasını kaybettiğinde, soğukkanlılığını yitiriyormuş; ezber hepten dağılıyormuş...

Yaşadığı her muallakta; ‘O olsaydı ne derdi? Bu durumda ne tavsiye ederdi? O olsa ne yapardı?’ diye düşünüyormuş.

Eğriyi doğruyu ayırt etmeye çalışırken, kim, ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçinler arasında devinirken, işinle eğlenmekten yana ne öğrendiğini, nasıl öğrendiğini hatırlıyor, bunları hatırlarken gayrı ihtiyari kimi kaybettiğini, nasıl kaybettiğini anımsıyor, içi bir kez daha, bir kez daha acıyormuş.

Biliyorum, siz şu anda burada olsaydınız, ilk etapta beni bu yazıyı yazmaktan men ederdiniz.

Tamam yahu, arabesk muhabbeti kesiyorum; emredersiniz.

Pekiii, temsili bir toplantıya ne dersiniz? Size birkaç konu önereyim ister misiniz?

Harley&Davidson’un 100. yıl etkinliklerine 23 yaşındaki sevgilisi Jasmine ile birlikte katılan 60 yaşındaki beyin cerrahı Alev Güner, grubun sırrını ifşa etmiş: ‘Harleyci, sevgilisinden ne kadar büyükse o kadar itibarlıdır.’

İşte, Refik Erduran’ı eşiyle birlikte Harley’ci kıyafetleriyle, motosiklet üzerinde çekelim; bize Viagra maceralarını bir daha anlatsın, diyorum. (!)

Amaaan Ercan Bey, tabii ki ‘o kadar’ da sersem değilim; yavan geven de olsa, dalga geçmeye çalışıyorum. Elbette komik değil; biliyorum.

Gelin görün ki bugün espriden yana fena hálde nasipsizim, neylersiniz...

Merak etmeyin, siz geçmeseniz de zaten sizin de tanıdığınız bir sürü arkadaş, bu Kerime Nadir tefrikasını andıran yazılar silsilesinden dolayı benle epey bir maytap geçecek. Olsun varsın... Málûm, arada bir gülünç olmak iyidir; o da lázım bünyeye; cümleten güler, geçeriz...

Dedikodu vereyim mi? Siz dedikoduyu seversiniz... Yok, vazgeçtim... Dedim ya, şu anda pek tadım yok. Ama merak etmeyin, unutmak da yok; hepsini sizinle bilahare görüşeceğimiz vakit anlatmak üzere bir yerlere kaydediyorum.

Affınıza sığınıp, sessizce uzuyorum. Rahat uyuyun Ercan Bey; size doğru, hasretle, bir kuş (*) uçuruyorum:

‘Kuş girer ne yapar ne yapar / Ocakta bir ateş / Ya su olsa su olsa kimden yana mı akar / Su idi su idi soyundu önünüzde / Bütün yapraklarından, ateşin külleri ya / Küller gül oldular, şimdi mezarda açar.

Kuş sorar ya mezar çok uzakta mezarlar / Baksanıza sanıza bir çevre yanınıza / Eski kitaplar yazar /Karanlıkta bir ateş düşüyor alnınıza.

Bir ıssız adadır adada adam / Ne yapar ne yapar adanın çevre yanı / Bir uçsuz denizse ve yoksa kimse / Eğmiş de başını ne yapar ne yapar - - / Çöktüğü toprağa düşen biraz gölgede / Üstüne titrediği bir nazlı çiçek açar.

Kuş uçar uçarken a benim bahtıyarım / Uyu sabahlara kadar.’

(*) Kuş, Behçet Necatigil (1965)

Hatırlıyorum öyleyse...

‘Zeynep Özal / Bir Kadın Birkaç Hayat’ isimli, yarı otobiyografik, yarı biyografik (ne demekse?!) kitabında yer alan ve sansasyonel bölümleri daha kitap piyasaya sürülmeden basında geniş yer bulan hatıraları, kendisine evlenme teklif ettiğini öne sürdüğü eski bakan Cavit Kavak, eski kocası Asım Ekren ve kardeşi Ahmet Özal dahil, kendisi hariç kimse tarafından hatırlanmayan Zeynep Özal, bilimadamlarınca inceleme altına alındı. Zeynep Özal’ın üstün bellek sahibi mi yoksa mitoman mı olduğunu anlamaya çalışan uzmanlar, kendisine Karloftça Antlaşması’nın tarihini ve kadın budu köftenin tarifini sormakla başladıkları, ileriki safhalarda ilk BBG’de, yedinci turda kimin elendiği vb. sualler yönelttikleri Özal’a, nihai olarak, kamuoyunun Temel fıkralarından tanıdığı o meşhur soruyu sormayı planladıklarını açıkladılar: ‘Ne var ne yok?’ Zeynep Özal’ın sisteminin, bu soru üzerine çökmesi hálinde kitabın toplatılması için RTÜK ile yazışmalara başlandığı söyleniyor.
Yazarın Tüm Yazıları