Uydurma delili Bakan da yalanladı

BALYOZ davasında 16 yıl hapis cezasına çarptırılan Kurmay Albay Koray Eryaşa’ya atılı olan suç, komutanı olduğu TCG Kılıç gemisiyle “Darbe sonrası hapishane olarak kullanılacak İmralı’da ve Mudanya civarında ön keşif yapmak” idi.

Haberin Devamı

Hatırlarsınız Eryaşa’nın kamuoyuna yazdığı bir açık mektuptan sonra bu köşede bir yazı yazmıştım.
62 metrelik bir gemiyle böyle bir keşfin yapılamayacağını optimistçi çocukların bile bilebileceğine, zaten böyle bir keşfe de gerek olmadığına, keşif ile edinilmek istenen bilgilerin internette satılan “pilotlardan” elde edilebileceğine dikkat çekmiştim.
Zaten Albay Eryaşa da söz konusu keşfin yapıldığı iddia edilen günlerde Marmara’da fırtına olduğu ile ilgili meteoroloji raporlarını ve Deniz Kuvvetleri’nin o tarihlerde geminin Çanakkale’de bulunduğuna ilişkin yazılarını mahkemeye sunmuştu.
CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir, söz konusu tarihlerde TCG Kılıç gemisinin nerede olduğunu Milli Savunma Bakanı’na bir soru önergesi ile sormuş. Milli Savunma Bakanı da yanıtlamış:
“Türkiye Cumhuriyeti Gemisi Kılıç Komutanlığı’nın (P–330) ‘Şehit Motor Er Efrahim Volkan Taktik Eğitimi 06/02’ kapsamında 05–07 Kasım 2002 tarihleri arasında Çanakkale Nara’da liman ziyaretinde bulunduğu tespit edilmiştir.”
Ama biliyorsunuz mahkeme bununla ilgili savunmanın sunduğu belgeleri dikkate almadı.
Birisinin uydurduğu “TCG Kılıç gemisi gitti, İmralı’da, Mudanya’da keşif yaptı” yalanını incelemeden, tartışmadan doğru kabul etti ve geminin komutanını mahkûm etti.
Buna “adil yargılama” denilebilir mi?
Ve şu merakımı da hâlâ giderebilmiş değilim:
Bir de F–16 uçağıyla Fenerbahçe Stadı’nın üzerinde “koruma” görevi yapacak pilot vardı.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı, bir F–16’nın Fenerbahçe Stadı’nın üzerinden geçişinin kaç saniye sürebileceğini açıklayabilir mi lütfen! Yazılı olmasa da olur tabii, “cepten bir alo” da iş görür!

Haberin Devamı

Bu meselede Başbakan için üzülüyorum

KPSS Eğitim Bilimleri Test Sınavı’nda soruların çalınıp Türkiye çapında belirlenmiş bazı isimlere dağıtılması ile ilgili savcılığın yürüttüğü soruşturma kapsamında 163 ÖSYM çalışanının ifadesi alınmış.
Bununla ilgili haber pazar günü Hürriyet’te yayımlandı, okumuşsunuzdur.
Habere göre 163 ÖSYM çalışanının ifadelerinin alınması 20 günde tamamlanmış. Bazı şüphelilerin malvarlıklarında ve banka hesaplarında görülen hareketlilik dikkat çekiciymiş.
İfadeler 3 bin sayfa tutmuş, savcılığa gönderilmiş.
Tebrik ederim, ilgililerin başarılarının devamını dilerim.
Ancak şunu da sormak zorundayım: Bu kişileri paraya boğup soruları çalanlar ve sonra belirli isimlere dağıtanlar kimlerdi?
O isimleri nasıl seçtiler? Soruları alanların ifadelerinin alınması işlemi neden hâlâ tamamlanamadı? Tamamlandıysa o neden sızdırılmıyor da, ÖSYM çalışanlarının paralarla fotoğraf çektirdiği gibi ayrıntılar sızdırılıyor? Sızdırma işinde bir adalet tesis etmek mümkün değil mi? Soruları bu öğretmenlere dağıtanlar, onlardan para aldılar mı, yoksa bunu hayır için mi yaptılar? Bu organize suç örgütü kimlerle ilişkili? Ve neden hâlâ yakalanamadılar?
Bu son soruyu özellikle önemsiyorum, çünkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu iş ortaya çıktığında ilk iş MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü’nü yanına çağırmış ve “Suçluları tez yakalayın, dosyayı da önce bana getirin” diye talimat bile vermişti. O gün gazeteye baktığımda gözlerim yaşarmıştı, “Ne dirayetli bir başbakanımız var” diyerekten!
Ama sonra ne oldu? MİT Müsteşarı’nın itibarı arttı, Apo’nun gönlünü kazandı, barış sürecinde ilerleme sağladı. Emniyet Genel Müdürü desen milletvekili oldu, gelecekteki kabinelerde bakan olsa yeridir, kuvvetli bir zat kendisi.
Soruları çalan organize suç örgütü yakalanamadı, o ayrı hikâye!
Başbakan açısından üzülüyorum bu başarısızlığa.
Böyle giderse verdiği emirleri, attığı nutukları ciddiye alan kimse kalmayacak.
“Çeteyi tutun getirin bana” dedi, kimseler dinlemedi. “Esed, yolcusun haberin olsun” dedi, iki ay sonra iki yıl olacak hâlâ “Esed, yolcusun haberin olsun” diye ünlüyor.

Haberin Devamı

Gözü bu kadar kararmış olabilir mi?

YENİ anayasa ve Başkanlık sisteminden umudunu kesen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hep sözünü ettiği “B planı” 35–40 maddelik bir “mini anayasa paketi” çıkarmak ve genel seçimleri de bir yıl ileriye atmak imiş.
Bu haberi dün birçok internet sitesinde okudum, ilk hangisi verdi bilmiyorum, benim kusuruma bakmasınlar, meslektaşlarının alışkanlık haline getirdiği “emeğe saygısızlığa” versinler.
Elbette bunun doğru olma olasılığı çok güçlü değil. AKP’deki sivri zekâlı anayasa hukuku uzmanlarının, Başbakan’ın gözüne girmek için bu öneriyi ortaya atmış olabileceklerine kuşkum yok tabii.
Ama bir meclisin kendi görev süresini ortada savaş mavaş da yokken bir sene uzatmaya karar vermesine “sivil darbe” de demeyeceksek, ne diyeceğiz?
Ama o zaman da Abdullah Gül’ün bugünkü konumu tartışılmaya başlanacak, çünkü yedi yıl görevde kalmasını “Yedi yıl için seçilmişti” yorumuna borçlu olacak.
Yoksa “Abdullah Bey kardeşimizi” de gözden çıkaracak kadar derin bir göz kararması mı var yukarıda?

Yazarın Tüm Yazıları