Tuttu fırlattı kalbimi ezdi üstünü, çiğnedi

BAŞLIK, Gökçe’nin şarkısının nakarat bölümünden naklen yayımlanıyor. Şarkı geçtiğimiz yaz çok popüler olmuş ama benim dilime yeni takıldı.

Haberin Devamı

Şöyle diyor: “Tuttu fırlattı kalbimi / ezdi üstünü, çiğnedi / zamanla geçer dedi / zamanla zamanla”!
Çift ayrılmış, ayrılıp giden “Üzülme zamanla geçer” demiş. Şarkının neşeli havası, anlatılan dram ile pek uyuşmuyor ama unutmayalım ki bir pop şarkısı bu. Pop şarkılarının temel meselesi hiçbir zaman “iç tutarlılık” olmamıştır, olmak zorunda da değildir.
“Zaman” ile “aşk” arasında böyle tuhaf bir ilişki var. Bir yandan aşkın zaman içinde yok olabileceğine, zamanın aşk ilişkisini başka şeylere (arkadaşlık, alışkanlık gibi) dönüştürebileceğine inanmak, genel bir tutum. Öte yandan “aşk acısının” ilacı da yine genel inanışa göre “zaman”dan başka bir şey değil.
Sizlere Simon Vouet’in 1627 yılında çizdiği bir tablodan yıllar önce söz etmiştim, Madrid’deki Prado Müzesi’nde tablonun orijinalini gördüğüm zaman.
375 yıllık bu resim “Umut, Aşk ve Güzelliğin Yendiği Zaman” adını taşıyor. İnternette Prado Müzesi’nin sitesine girerek ya da doğrudan doğruya Simon Vouet ismiyle arama yaparak tabloyu görebilirsiniz.
Barok üsluplu bu alegorik resimde “zaman” ihtiyar bir erkek olarak çizilmiş. Bacaklarının altında kalmış orağı ve elindeki kum saatiyle, “umut, güzellik ve aşk” ile bir mücadele yürütüyor.
“Umut”u temsil eden kadın elindeki çapa ile yaşlı “zaman”ı tehdit ediyor. “Güzellik” çıplak bir kadın ile anlatılmış, onun da elinde bir mızrak var. Küçük bir aşk meleği (Cupid) bir ağacın dalları arasında mücadelenin sona ermesini bekliyor.
Duruşundan da belli ki bu kavgayı yöneten o minik Cupid’den başkası da değil.
Edgar Morin, “Aşk, Şiir, Bilgelik” isimli eserinde (Om Yayınları, çeviren: Haldun Bayrı) “Aşk toplumsal düzene itaat etmez: Belirir belirmez, engelleri görmezden gelir, onlara çarparak dağılır ya da onları dağıtır” diye yazıyor.
Bu resimde de böyle bir durum söz konusu sanki. Aşk, en büyük düşmanı “Zaman” ile bir mücadeleye girişiyor, iki müttefiki ile birlikte onu alt etmeye çalışıyor. Başarılı olamazsa kaybedecek olan umut ve güzellik değil, doğrudan doğruya aşk olacak.
Aşk zamana dayanabilir mi? Onun yıpratıcı, bıktırıcı, alışkanlık yaratıcı etkisini bertaraf edebilir mi? Ya da karşılıksız kalmış bir aşkla kırılmış bir kalp, zamanın iyileştirici etkisiyle düzelebilir mi?
Sanıyorum insanlık tarihinin en çok sorulmuş soruları arasında bir sıralama yapsak, bunlar da ilk 50’ye, hadi bilemediniz ilk 100’e rahatlıkla girerler.
“İnsan”ı diğer canlılardan ayırmak için yapılan tanımlamalardan biri de onun “toplumsal” bir varlık olmasıdır. Böyle olmakla birlikte her birey o toplumsal yaşamın içinde kendisine özel bir alan yaratır ve o alanda da yalnızdır.
Bilinçli yalnızlık insana bir “kendiyle yetinme duygusu” verir, dışarıda olup bitene karşı bir çekim hissetmezsiniz. O yalnızlık içinde birisine karşı çekim duygusu yaşıyorsanız âşıksınız demektir.
Böylece, kendiniz için özel olan o alana birisinin girmesine izin verirsiniz. Bir tür kendinden geçme durumudur bu, yoksa özel alanınızı kendinizden geçmeden nasıl birisiyle paylaşabilesiniz?
Bu nedenle aşk ruhsal kaynağını da sevgilinin niteliklerinden alır. Bu niteliklere atfettiğimiz her türlü değer (güzellik, gençlik, alımlılık, zekâ, akıl vb.) sevgiyi besler. Ben de bunu Gasset’ten öğrendim. İnsanın kendisinin de “sevilmeye layık olduğunu” düşünmesi Edgar Morin’in deyişiyle “aşk ihtiyacının başkasına yansıtılması” demektir. Bu yüzden de “başıboşluk ve belirsizliğe mahkûmdur”.
Bu başıboşluğu ve belirsizliği yönetebilen âşıkların “zaman”ı yenebileceğini söyleyebiliriz. Ama bunu yapmak da burada yazıldığı kadar kolay değil, bunu biliyorum.
Geriye kalıyor “Aşk acısını zamanla yenebilir miyim” sorusu.
Eğer kişi gerçekten âşıksa, başka duyguları (hoşlanma, tutku, alışkanlık hissi gibi) yaşadığı ruhsal durum ile karıştırmıyorsa bu o kadar kolay bir şey değildir.
Kalbinizi çiğneyip, kenara atanlar “Zamanla geçer” deseler bile o zaman geçmek bilmez.
Bir esintinin burnunuza getirdiği bir koku, deniz kenarında yürürken yuvarlanıveren bir çakıl taşı, bir dergide gördüğünüz bir fotoğraf, uzatmayayım aklınıza gelebilecek her türlü durum, zamanın başa sarılmasına neden olabilir.
Burnunuzun direği sızlar, içinizden bir eksiklik, yarım kalmışlık duygusu fırlayıp boğazınızı sıkar, ağlamaya meyilli iseniz belki gözleriniz yaşarır.
Giderek sıklığı azalsa da bu bitmek bilmeyen bir süreç gibidir, daha doğrusu size öyle gelir.
“Sevilmeye layık olmadığınız duygusu” ile yaşayamazsınız.
Çaresi yok mu? “Çivi çiviyi söker” düsturunun takipçileri yarım kalmış bir aşkı unutmanın yolunun yeniden âşık olmak olduğunu söylerler ama bu da o kadar kolay değil tabii.
Şu kadar milyar insan içinde, “ruh eşim” diyebileceğiniz milyonlarca insanın olabileceği bir gerçektir ama onlar ile karşılaşma olasılığınız, milli piyangoda büyük ikramiyeyi yakalamaktan olsun olsun biraz fazladır.
Gazetelerin magazin eklerinde bir aşktan diğerine iki hafta içinde geçebilenleri okuyup, “Onlar yapıyorsa ben neden yapamayayım” diye de düşünebilirsiniz ama o ilişkilere “aşk” değil, “seviyeli ilişki” diyoruz, unutmayın!
Bu yüzden de “aşk-zaman” meselesinde durum karışık. “Aşk acısı”, “aşk”a kıyasla, zamana daha dayanıklı!

Haberin Devamı

All you need is love!

Haberin Devamı

MADEM bugün “pop müzik günü”, Beatles’ı anmadan geçmek olmaz. Bu yıl Beatles’ın 50. yılı. Liverpool’lu dört gencin ilk plakları “Love me do” 50 yıl önce yayımlanmıştı.
Grup ilk başta John Lennon, Paul McCartny, George Harrison ve Pete Best’ten oluşuyordu. Sonra Best’in yerine gruba baterist olarak Ringo Star alındı.
Pete Best’in gruptan çıkarılmasının bir nedeni menajerin onu beğenmemesiyse, ikinci nedeni de Best’in saçlarını “Beatles tarzı” kestirmemekte direnmesiydi.
Pete Best’in daha sonra ne yaptığını hiç duymadım. Sanıyorum saçlarını kestirmemekte direnmesi, dünya pop müzik tarihinin “en yanlış kararı” olarak nitelenmeyi hak ediyor.
Burada sizlere Beatles tarihi anlatacak değilim elbette. Ama bu cumartesi günü size iki Beatles şarkısı dinlemenizi önermek istiyorum.
Birincisi “All you ned is love”, dünya televizyon tarihinin ilk canlı müzik yayını bu şarkıyla yapılmıştı ve bu tarihi öneminin dışında ihtiyacımız olan gerçek şeyin ne olduğunu da bir kez daha hatırlattığı için dinlemenizi öneririm.
Diğeri ise “Yellow Submarine”! Bizim arkadaş grubumuzun milli marşı da sayılır. Neşelenmek için birebirdir!

Yazarın Tüm Yazıları