Türkiye'nin Napa Vadisi neresi

‘BUZBAĞ’ gençliğimizin efsanevi isimlerinden biriydi.‘Dimitrikopulos’ ve ‘Güzel Marmara’ şarapları gibi.

Elimize biraz para geçip ‘Yakut’a terfi etmeden önceki şarap markalarımız bunlardı.

Bundan bir süre önce Tekeli satın alan ‘Mey’ Grubu’nun yöneticileriyle yemekte bir araya geldik.

‘Mey’i herkes rakıyla tanıyor.

Oysa eski Tekel’in elinde önemli şarap markaları da vardı.

‘Buzbağ’ bunlardan biriydi.

* * *

Eski Tekel, yeni Mey şimdi müthiş bir şarap atağına hazırlanıyor.

Yanılmıyorsam haziran ayında yeni ürünlerini pazara sunacaklar.

Şişeleri Fransa’da yaptırmışlar.

Üste doğru çok hafif genişleyen yeni trendi benimsemişler.

12 yıldan beri Türkiye’de yaşayan bir Fransız uzmanla anlaşmışlar.

Türkçe’yi argoyla konuşacak kadar iyi öğrenmiş.

Bütün bölgelerdeki bağları biliyor.

Dört ayrı ürünü pazarlamaya hazırlanıyorlar.

Yeni ürün şaraplardan birini iyi bir Bordeaux kalitesinde buldum.

Üstelik de Merlot veya Cabernet Sauvignon değil, bildiğimiz ‘Öküzgözü-Boğazkere’ üzümlerinden yapmışlar.

Ben yerli Türk üzümlerine biraz da önyargıya dayalı bir kuşkuyla bakıyordum.

O gece bu görüşüm değişti.

Epeydir bir sorunun cevabını merak ediyordum.

Türkiye’nin Bordeaux, Toscana veya Napa Vadisi neresidir?

Yani en iyi şaraplık üzüm nerede yetişiyor?

Trakya’da mı, Çeşme’de mi, Orta Anadolu’da mı?

Bu soruyu Mey’in Fransız uzmanına sordum.

‘Kesinlikle Denizli’ dedi.

Hatta bir adım ileri giderek, daha kesin bir tarif yaptı.

‘Denizli’nin Güney İlçesi.’

Bu sözleri bir ay içinde ikinci defa işitiyorum.

Şarap konusunda önemli atılımlar yapan Sevilen’in yabancı uzmanları da, en iyi bölgenin Denizli olduğunu söylüyorlarmış.

* * *

Hatta Sevilen’in uzmanına göre, buradaki toprak, Napa Vadisi’nin en pahalı şaraplarından biri olan ‘Opus One’ın üretildiği toprak kadar kaliteli.

Mey’in uzmanı, ikinci önemli bölgenin Kapadokya civarı olduğunu söylüyor.

Tabii bu görüşler tartışılmaz değil.

Mesela, son zamanlarda Trakya üzümlerinden yapılmış çok güzel şaraplar içiyorum.

Çeşme yöresi yavaş yavaş oturuyor.

Bundan 10 yıl önce bir mülakatta Türk şarabı içmediğimi söylemiştim.

Son bir yıl içinde bu görüşüm değişti.

Mesela bir Sibel Kutman harikalar yaratıyor.

Gülor’un bazı yılları çok iyi.

Kavaklıdere, muhafazakár çizgisinde kalitesini sürdürüyor.

Pamukkale’den çok güzel şaraplar geliyor.

* * *

Milliyet yazarlarının, Başbakan Tayyip Erdoğan’la yaptıkları görüşmede, şarabın üzerine konan ağır vergiler gündeme gelmiş.

Sedat Ergin, ‘Bu, Ertuğrul Özkök’ün uzmanlık alanına giriyor’ deyince Başbakan beni de şaşırtan bir cevap vermiş:

‘Şarapta Güneri Bey (Cıvaoğlu), Ertuğrul Bey’den geri mi ki? Ben biliyorum Güneri Bey’in şarapla ilgisini.’

Başbakan haklı. Beni şaşırtan, onun şarap yazılarına olan ilgisi.

Güneri Bey, bu gibi konularda hepimizin hayat ‘koçu’, yani yol gösteren antrenörüdür.

Zaman zaman şarapla ilgimin bazı kişiler tarafından eleştiri konusu yapıldığını okuyorum.

‘Memleketin başka sorunu yok mu da şarapla ilgileniyorsun’ diyorlar.

Tuhaftır, bu konuda hiçbir zaman kendimi savunma ihtiyacı duymadım.

Üstelik öyle fazla şarap içtiğim falan da yok.

* * *

Bir başka hayat koçum, Osman Müftüoğlu, günde iki kadeh içebileceğimi söylüyor.

Bu bir keyif mi, yoksa ıstırap mı karar veremedim.

Çünkü keyif ancak iki kadehten sonra başlıyor.

O yüzden haftanın en az beş günü ıstırap çekmemeyi tercih ediyorum.

Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim.

Şarap, bütün dünyada insanların en çok konuştuğu konulardan biri haline geldi.

Geçenlerde iki arkadaşın Napa Vadisi’ndeki şarap turunu anlatan, ‘Sideways’ filmini seyrettim.

Bana müthiş bir keyif Odesa’sı gibi geldi.

Ne yapayım, hayatın ritmini tayin eden bu keyifleri yazmadan da duramıyorum.

Memleket meselesi yazan o kadar çok insan var ki, aralarında kaynar giderim diye düşünüyorum.

Böyle düşününce de rahatlıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları