Türk Dışişleri'nin başarısı

Kim ne derse desin, Dışişleri çok başarılı ve başarısını bir kez daha tescil etti. Daha bir hafta önce Türkiye, dış politika cephesinde tam anlamıyla köşeye sıkışmış durumdaydı. Ama birden bire son 100'e girilirken dış kulvardan beklenmedik bir atakla rakiplerinin bir kaç adım önüne geçiverdi. Bunda da tek etken Dışişleri'nin etkili çalışması. Tebrikler...

AGSP: Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası

Adı bile bir garip. Her neyse... Geçen hafta sonuna kadar bu AGSP işinde ciddi sıkıntımız vardı. Avrupa kendi güvenliği için bir ordu kuracak, bu ordu NATO'nun imkanlarından yararlanacak ama AB üyesi olmayan ülkeler bu ordunun kararlarında etkili olamayacaktı.

Tercümesi şu: Avrupa Birliği uluslararası sorunlara ABD gibi etkin bir biçimde müdahale etmek için bir orduya ihtiyaç duyuyor. Bu ordunun en önemli unsuru da kaçınılmaz olarak Türk ordusu olacak.

Niye mi, çünkü günümüz çatışmaları Afganistan'da olduğu gibi lokal ve daha çok kontr-gerilla tarzı çatışmalar. Ya da moda deyimle asimetrik savaş... Türk ordusu da son 21 yılını tam da böyle bir savaş ile geçirdi. Yani mevcut durumu ile tarihinin en etkin ve güçlü dönemini yaşıyor.

Avrupa bu orduyu isteyip Türkiye'yi karar mekanizması dışında bırakmaya çalışıyordu. Ama son adım ile AB ordusu NATO imkanlarını otomatik olarak kullanamayacak., Her seferinde izin almak zorunda kalacak. Ayrıca Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlarda da taraf olamayacak. Üstelik Bu karar Yunan vetosu da yemeyecek gibi görünüyor.

Kıbrıs'ta ihtiyatlı iyimserlik

Kıbrıs konusunda eşbaşkan Kızıl Danny'nin sert çıkışı ve içerden yükselen muhalif sesler Türkiye'yi tehlikeli sulara doğru sürüklemeye başlamıştı. Ama burada da ince bir manevra ile hem görüşmelerden kaçma ve çözümsüzlük politikası izleme suçlamaları ortadan kalktı hem de Denktaş kelimenin tam anlamıyla Klerides'in "ayağına gelmesini" sağlayarak Avrupa'ya karşı önemli bir koz elde etti.

Dışişleri Bakanı İsmail Cem durumu tanımlarken "İhtiyatlı iyimserlik" sözünü kullanıyor. Ben bir adım daha ileri gidip "Fazla iyimser olmaya gerek yok" diyorum. Kıbrıs sorunu (en azından bu süreçte) çözülmeyecek.

Bu iş daha çok tartışılacak. Kıbrıs konusundaki bu son adım Dışişleri'nin benim kısa gazetecilik hayatımda gördüğüm en başarılı ve en kıvrak manevrasıydı. Ama Türkiye de, Yunanistan da bu sorunun bu kadar kolay çözülmesini istemez. Çünkü son 40 yılın politikacıları -amiyane tabirle- Kıbrıs meselesinden çok ekmek yedi. Bu yağlı kapıyı da çok kolay bırakmak istemezler. Zaten ABD'li yetkililer de şöyle bir dilekte bulunuyor.

"Umarız sadece görüşme olsun diye değil, çözüm için bir araya geliyorlardır. Çünkü zaman azalıyor."

Zaman Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliği için azalıyor. ABD çözümün Kıbrıs Rum kesiminin AB üyeliği öncesine yetişmesini istiyor. Türkiye ise mümkün olduğunca oyalamak...

Enis Berberoğlu çarşamba sabahı bana "Gazetecilik hayatımı Kıbrıs ile geçirdim" diyordu. Aynı saptamayı daha bir çok kıdemli gazeteci de yapıyor. Ama bana kalırsa ben de bir 15 yıl sonra "Gazetecilik hayatımın önemli kısmını Kıbrıs'la geçirdim" diyeceğim. Yani bu işten biz gazeteciler de daha çok ekmek yiyeceğiz gibi görünüyor (tabii son bir yıl içinde işsiz kalan binlerce meslektaşımız gibi krize kurban gitmezsek.).

NOT: Bu arada Kıbrıs konusunda sadece Denktaş'ı suçlayanlar ya dış politika konusunda pek bir şey bilmiyor ya da milliyetçi kanadın iddia ettiği gibi hakikaten "niyetli" davranıyor.

Sarışınlar da temkinli iyimser

Bu arada bu sabah iyi bir haber daha ulaştı. Hazine eurobond ihracında gelen talep üzerine miktarın artırılarak 800 milyon euroya çıkarıldığını belirtti. Ayrıca bu son ihracın maliyeti de 50 baz puan indi.

Kesinlikle iyi bir haber ama Kıbrıs soruunda olduğu gibi çok çok iyimser olmak fazla safdillik olacatk. Çünkü yabancı basın da bu konuyu önemli kabul ederek gündemine almış durumda. Ama haberlerin içinde şöyle cümlelere de rastlayabiliyorsunuz:

"Türkiye kağıtları son bir iki haftadır çok iyi performans gösterdi. Üstelik bu aralar eurobond piyasasıda büyük montanlı para bulmak zor. Ama yine de uluslararası yatırımcılar Türkiye'nin ekonomide reform çabalarını temkinli bir şekilde izliyor."

Bu arada bu bono ile ilgili bir bilgi daha verelim. Yüzde 48'lik kısmı Almanya'ya satılmış. Türkiye, çoğunluğu bankalar tarafından olmak üzere yüzde 20'lik bir bölümü almış. İngiltere ve İsviçre yüzde 6, Yunanistan ve İtalya yüzde 4 ve Hollanda yüzde 2'lik bölümü satın almış.

Sonuç...
1- Türkiye köşeye sıkıştığında iyi manevralarla kurtulmayı becerebiliyor.

2- Ama kimse kendini kandırmasın biz değişmedik, kolay kolay da değişmeyiz

3- Yabancılar türkiye'ye gelme eğilimi içinde. Ama siyasete ve 2002'nin en moda tartışması olamaya aday görünen "kamunun küçülmesi" sorunun çözülebileceğine ilişkin güven en alt seviyede.

4- Borsada hala para yok. Yabancı bekleniyor.

5- Yabancı ne zaman gelir, bkz madde 3.
Yazarın Tüm Yazıları