Tekrar yayınlanmayı hak eden yazılar (1)

AŞAĞIDAKİ yazı bu köşede 13 Ağustos 2002 Salı günü yayınlanmıştı.

‘‘BU YÜKÜ ÜZERİMİZDEN ATALIM

Demokrat Parti döneminde köylü sınıfı ilk kez siyasetin içine çekildi.

Tek parti döneminde köylülük, toplumun diğer yönlerinde yapılan zorunlu yatırımların sadece bir finansman kaynağı olarak görülürdü.

1946 yılından itibaren ise demokrasinin bir gereği olarak köylülere de yaratılan değerlerden paylar verildi.

Ve tabanın da siyasetin içine belirleyici güç olarak çekilmesiyle birlikte Türkiye'yi hálá kapanına almış olan büyük çatışma başladı.

Cumhuriyet tarihinin belgelerini dikkatle, sabırla okursanız bu toplumun yöneticilerinin ‘‘din meselesini’’ nasıl çözecekleri konusunda muazzam bir kafa karışıklığı yaşandığını görürsünüz.

Bu da çok doğal zaten; çünkü kendi içinde hayli karmaşık olan bir konu bu.

Üstelik dine dayalı bir devlet kurma yanlılarının bu topraklar üzerinde her zaman var oldukları da hatırlanırsa, tek parti dönemi yöneticilerinin bu konuya hep kuşkuyla yaklaşmalarının nedenini anlayışla karşılayabilirsiniz.

İşleri de çok zordu; çünkü hele de azgelişmiş bir toplumda hem dini hislerin toplumun genel yapısını kontrol etmemesini sağlayıp hem de bu konuda özgürlükleri teminat altına almak zorundaydılar.

***

Dediğim gibi bu çok zor bir işti ve bu nedenle de yakın tarihimizin hemen tamamında görülen tartışmaların, krizlerin temelinde bu tam çözülememiş sorunun sancıları yatmaktadır.

Sorun çözülmemiştir; çünkü ‘‘Türk modeli’’ olarak ortaya konulan şey sonuçta yaşamını dini görüşüne göre yaşamayı seçen insanların kendilerinden sürekli tavizler vererek var olmalarını öngörmektedir.

Böyle bir şeyin bir model olamayacağı, toplumda huzursuzluklar yaratacağı belliydi ve hep de böyle olmuştur zaten.

***

Bu mesele Türk insanının bütün potansiyelini teslim alacak kadar ağır bir yük oluşturmaktadır toplumun üstünde.

Üstümüze çöreklenmiş olan bu ağır yükten kurtulmalı ve bu konuda bir uzlaşmayı, zorlamalar olmadan sağlayıp geleceğe doğru yürüyüşü başlatmalıyız.

İşte ben bunun önemine samimi bir şekilde inandığımdan dolayı olası bir AKP iktidarını, korkarak değil içimde umut taşıyarak beklemekteyim.

Bugün bu partiye karşı ittifaklar oluşturulmaya çalışılıyor yeniden.

Ben korkulara dayalı, sadece tepkisel olan bu ittifaklara destek vermeyeceğim.

Bence yanlış olarak ‘‘Beyaz Türkler’’ olarak adlandırılan insanların hislerine hitap ettiklerini düşünen bu tepkisel hareketlerin, Türk toplumunun temelinde cumhuriyet döneminin ilk yıllarından bu yana derinde var oluşunu sürdüren yarayı çözebilecek ne güçleri vardır ne de samimi bir programları.

***

Bu konuda haklı hassasiyetleri bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri, 28 Şubat hareketinin sonuçlarından ciddi bir şekilde hasar görme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

28 Şubat süreci, bunu çok farklı biçimde yorumlayıp uygulayanlar nedeniyle süreç içinde büyük servet ahlaksızlıklarının yaşanmasıyla, toplumun büyük bölümünün de fakirleşmesiyle özdeşleşmiştir insanların kafasında.

Dolayısıyla hele de şimdi, şu konjonktürde, ortada gerçekten bir tehlike filan yokken, tepkici siyasi hareketlerin, kendilerini kurtarmak için yine öcüler yaratmaya çabalamaları, laflarıyla ordu kademelerini yine rahatsız etmeye çalışmaları vatana yapılmış kötülükten başka bir şey değildir. Bunlar bizi sadece yıllardır süregiden kısırdöngüye tekrar iter, o kadar.

***

Bu vatan hepimizin. Herkesin kendine özgü bir sevme biçimi var onu, herkes kendi kafasına göre uygun bir yaşam biçimi hayal ediyor kendi kafasında.

Ama benim gördüğüm o ki Türkiye, cumhuriyet tarihinde ilk kez ‘‘din meselesini’’ gerçekten çözme yolunda büyük adım atma ve suni olmayan, gerçek kökleri olan bir ‘‘Türkiye modelini’’ de yakalama şansına sahip olmuştur.

Çünkü yılların deneyimi sonucunda geçmişte yapılmış olan yanlışlıklar tekrar edilmeyecektir.

AKP'NİN CUMHURİYET TARİHİ İÇİNDEKİ SORUMLULUĞU MUAZZAMDIR.

Onlar dediklerini tutarlarsa, bizleri içlerinden kopup geldikleri gelenek gibi yine kandırmaya çalışmazlarsa, Türkiye ilk kez belirli bir süreç içinde hem de kısa dönemde bu korkunç yükünden kurtulup kendini yeniden toparlamaya başlayabilir.

Açıkça söylemek gerekirse, bugün söylediklerinde samimilerse eğer, ben Türkiye'nin uygulamaktan başka çaresi olmadığı bir programla, bir yandan da Avrupa Birliği'ne giriş adımlarını AKP hükümetiyle atmaya başlamasının bu memleketin nasıl zararına olabileceğini mümkün değil anlamıyorum.’’ (13 Ağustos 2002 Renkler Köşesi)
Yazarın Tüm Yazıları