Teke tek...

Fatih ALTAYLI
Haberin Devamı

Susurluk'tan ne haber Mesut Bey?

İstanbul'a dönünce ilk işim Hürriyet'in arşivine dalmak olacak... Kasım ayından itibaren bütün arşivi ortaya dökeceğim. 9 ayı gün gün tarayacağım... Ve bulup çıkaracağım... Aynen daha önce Tansu Çiller için yaptığım gibi... Halka söylediği yalanları, yapacağım deyip de yapmadıklarını arşivden bulup çıkardığımız gibi.

Ama bu kez Mesut Yılmaz için tarayacağım arşivi... Susurluk kazasının ardından söyledikleri için yapacağım bunu...

Ne dediyse, ne yaptıysa hepsini, bir bir...

Aslanlar gibiydi o günlerde Yılmaz... Kükrüyordu.

Susurluk'un peşini bırakmayacağını haykırıyordu. Biz de seviniyorduk, ‘‘Helal olsun Yılmaz'a'' diyorduk... ‘‘Bu işin peşini bırakmaz'' diye düşünüyorduk. Yanlış düşünmüşüz... Bir kez daha kandırılmışız... Karadeniz mertliği de hikâyeymiş meğerse...

O günlerin aslanı, şimdi kuzu...

Ağar'la Bucak'ın dokunulmazlıklarının kaldırılması, daha komisyonda ANAP'lıların da oylarıyla engelleniyor...

O günün yaygaracıları, bugün işbirlikçi...

Yoksa, bizim bilmediğimiz bir şeyler mi dönüyor?

Bu Susurluk meselesinin ucu öyle tepelere gidiyor da, o yüzden mi kimse ucundan tutup kaldıramıyor?

Bari Mesut Yılmaz bir erkeklik yapsın, çıksın desin ki, ‘‘Beyler, bu Susurluk öyle berbat bir iş ki, beni aşar... Sizi de aşar. Herkesi aşar. Gelin bunu unutun...''

Bari bunu yapsın.

Yapsın ki, bilelim Türkiye'de siyasetin, hükümetin, Meclis'in hikâye olduğunu...

Bizi bunların da üzerinde bir gücün yönettiğini...

Bilelim ki, Amerika'larda üniversitelerde, orada, burada konuşurken Türk demokrasisinden bahsetmeyelim.

Bilelim de, bir pazar günü boşu boşuna bir umutla gidip oy vermeyelim.

Vuralım kıçına, rahvan gitsin...

Gittiği yere kadar...

Kuduran, sudan korkarmış

MÜRTECİ taifesi yine izinsiz gösteri yapıyor... Cuma namazı gibi kutsal bir görev çıkışı kudurmuş gibi saldırıyorlar... Namaz, insanlar içindir bilmiyorlar... Gazetecileri taşlıyorlar... Yetmiyor... Polise saldırıyorlar.

Bütün bunları yapıyorlar da ne oluyor?

Hiiiç!

Efendi efendi yürüyen memuru coplayanlar, halay çeken işçiyi tartaklayanlar, öğrenciyi doğduğuna pişman edenler sadece su sıkıyorlar...

Bu sıcaklarda ceza değil, mükafat sanki.

Millet evinde su bulamazken, bunlara beleş banyo...

Acaba diyorum, kuduranların sudan korktuğunu duymuşlar bir yerden de, olaya bilimsel mi yaklaşıyorlar?

Güzelsen şansın var

20 gündür Amerika'nın çeşitli üniversitelerindeki gazetecilik bölümlerinde dersler veriyorum talebelere...

İlginçtir ki, burada da gazetecilik okullarına büyük ilgi var...

Bu yüzden en pahalı bölümler arasında gazetecilik de yer alıyor...

Gerçeği söylemek gerekirse, bu okullarda rastladığım talebeler, birkaç istisna dışında, İstanbul'daki talebelerimin tırnağı olamazlar...

Amerikan halkının tamamı gibi, hepsi içe dönük.

İki okyanusun dünyadan ayırdığı Amerikan halkı gibi, gazetecilik öğrenen bu gençler de dünya olaylarına ilgi duymuyorlar.

Bırakın uluslararası siyaseti, dünya coğrafyasına dahi yabancılar...

Gazeteciliğe ilgi duymalarının nedeni ise, bir para, iki şöhret...

Ancak erkek öğrenciler çok dertli. Özellikle televizyonda hiç şanslarının olmadığını düşünüyorlar...

Bir ders sırasında bir erkek öğrenci kalkıp sınıftaki güzelce bir kız öğrenciyi göstererek şöyle dedi:

‘‘Burada okuyoruz, ama bunun dışında hiçbirimizin ekrana çıkma şansı yok. O güzel olduğu için bir televizyonda iş bulacak. Biz ise bir taşra gazetesinde sürüneceğiz. Oysa anladığım kadarıyla sizin ülkenizde durum farklı...''

Son cümleye biraz bozulmakla beraber, bizim ülkemizde de durumun pek farklı olmadığını söyledim umutsuz gence...

Bizdeki tek fark, güzellerin gazetecilik okuluna gitmelerine gerek olmadığıydı...

Bir güzellik yarışması, her okula bedeldi...

Ama zaten kim ekranında çirkin bir şey görmek isterdi ki?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ

Sözümüz, namusumuz olduğu zaman.

Yazarın Tüm Yazıları