Süreç ve partiler

YÜKSEK dereceli yargıçların bile “hukuka aykırı dinlemelerden” şikâyet ettiği, insanların içi boş iddianamelerle hapislerde süründürüldüğü, “korku imparatorluğunun” hüküm sürdüğü bir ülkeyi yöneten Başbakan’ın, “demokrasiyi ve hukuku ne kadar geliştirdiklerini” söylemesine tanık olmak, doğrusu eğlenceli oluyor.

Hele başkalarının "uzlaşmaya yanaşmamasından" şikáyetini görünce.

Ama Türkiye’de yaşıyorsanız hem gülecek hem katlanacaksınız.

Neyse ki Başbakan Tayyip Erdoğan sadece onlardan söz etmemiş. Partisinin Meclis Grup toplantısında káh mantığı káh duyguları kullanarak hükümetin "demokratik açılım" dediği bu son çabalarında sonuna kadar gitmeye kararlı olduğunu da söylemiş.

Söylediklerinde -etnisite ile ilgili yaklaşımı dışında- biz olumsuz bir şey görmedik.

Özellikle birilerinin kendisini "Kürtlerin temsilcisi" yerine koymasına izin vermeyeceklerine ilişkin sözlerini biz çok yerinde bulduk. Çünkü bunu kabul etmek hataların en büyüğü olurdu.

Öte yandan muhalefet partileri keşke, kendisinin "uzlaşma" kültüründen ne kadar uzak olduğunu gösteren sayısız örneğe rağmen bu son açılıma "uzlaşmacı" bir tavırla yaklaşsalardı, iyi olurdu.

Sayalım ki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı aslında 25 senelik bir terör olayını çözmeye değil de "vatanı satmaya" çalışıyor.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bu ülkeyi yöneten siyasi partiyi dinlese ve -sayalım ki- gerçekten "vatanı satmak istediklerini" gözlemlese bu görüşmeden ne kaybederdi?

Görüşme bitince çıkar "Şu şu şu nedenlerle inanıyoruz ki bunlar vatanı satmak istiyorlar" derdi. Kamuoyu da ortada bir tehlike olup olmadığına daha sağlam verilere bakarak karar verirdi.

Aynı şeyi İçişleri Bakanı’nın randevu talebini peşinen reddeden CHP için de söylüyoruz.

Bu iki parti de kendi seçmenlerinin böyle davranmalarını istediğini düşünüyorlarsa kanımızca aldanıyorlar. Türk halkı, Türkiye’nin her anlamda birliğini, bütünlüğünü koruyan bir çözüm istiyor.

Dışarıdan da "Artık bu sorun çözülsün" diyenler varmış.

Vardır... Ama bizi o değil, kendi ulusal çıkarlarımız ilgilendirir.

Bu bağlamda en doğru lafı CHP Genel Başkanı Deniz Baykal söylüyor. Yukarıda bizim de işaret ettiğimiz gibi özellikle Başbakan’ın, "milli kimlik"le "etnik kimliği" karıştırmasına değiniyor.

Başbakan gerçekten "Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle..." diye lafa başlayıp "Hepimiz biriz, kardeşiz" türü sözlerle o cümleyi bağladığı zaman "milli" kimliğimizi yani "Türk milletinin bireyleri" olduğumuz gerçeğini göz ardı edip, "Türk"leri ayrı bir etnik kesim, "Kürt"leri ayrı bir etnik kesim gibi sunuyor. Oradaki "Türk" sıfatının aynı zamanda tüm ulusu kapsayan bir yönü olduğunu görmezden geliyor.

İşin kötüsü bunu hep yapıyor.

Baykal’ın "Milli kimlikle oynamak olmaz, milli eğitime etnisiteyi koymak kesin olmaz. (...) Kaynaştırmaya yönelik her türlü öneriyi destekleriz. Ama bizi etnik ayrıştırmaya götürecek süreçleri kabul etmek mümkün değildir" şeklindeki sözleri CHP’nin görüşünü açıklıyor.
Yazarın Tüm Yazıları