Sirkeci'de kahvaltı Sultanahmet'te gezinti

Bir çay iki buçuk lira.. Demlisini içmen için garsonları ikna etmen gerekiyor.. Çünkü refleksleri sabitlemiş.. Çay ısmarlarken ister “açık olsun” ister “demli olsun” deyip tarif ver, o ocağa “Bir çay yap..” diye sesleniyor..

Haberin Devamı

Huy edindim..

Cumartesi veya Pazar günleri, uyandıktan itibaren, mümkün olduğu kadar aç kalıyorum.. Saat 16.00 sularına kadar kendimi tutup, bir şey yemiyorum..

Sonra Gayrettepe Metrosu tarikiyle Şişhane.. Oradan iki adımda Tünel’e seyirtme.. Tünel’le Karaköy’e inme.. İlk rastladığın tramvaya binip Eminönü’ne ulaşma.. İnmek için Sirkeci istasyonu da tercih edilebilir..

İstasyondan yukarıya eskinin Sadaret Kapısı diye bilinen Vilayete’e doğru yürüyorsun..

İki adımda caddenin soluna kıvrılan ilk sokağın başına varıyorsun.. Eminönü Meydanı bir baş çevrimi aşağıda.. 31 Mart Vak’ası sanıklarının önünde idam edildikleri bina yerli yerinde duruyor..

Haberin Devamı

***

Yokuşu tırmanırken, sola saptığın ilk sokak otuz metre gitmeden bu kez sağa kıvrılıyor.. Sonra yine sola.. Yine sağa.. Hocapaşa mahallesindesin ve daracık sokakların sağı solu kebapçı, aşçı, dönerci dükkanlarıyla dolu..

Son zamanlarda çok popüler olan Can Oba’nın restoranı burada..

Bir ağzının tadını bilenler.. İki çok parası olup da yedikleriyle içtikleriyle övünmek isteyenlerin yeni dikkat noktası..

“Can Oba’da yemek yediniz mi? Sirkeci de var ya!”

“Yemedim..”

“Mutlaka gidin.. Yıkılıyor..”

Buradaki “yıkılma” sözcüğü Türkçe’nin namusunu ayak altına alırken sözcükten tasarruf edenler için “beğenme katsayısı” yerine geçer.. Tıpkı deprem belasını tarif eden Richter Ölçeği gibi..

VİZE ALMIŞ GİBİ..

Can Oba ismini verdiği mekânın her daim başında.. Topu topu beş altı masası var.. Müşterisini rezervasyon ile kabul ediyor..

Yer bulmak oldukça zahmetli.. Rezervasyonu başarmışsan kendini Avrupa Birliği ülkelerinden birinden uzun vadeli Şengen Vizesi almış gibi hissediyorsun..

Allah için yemekler güzel.. Bir o kadar da yaratıcı..

Ben mutfakta yaratıcı şefleri severim.. Hele ki bizim memlekette.. Acemi nalbant zanaatını Kürt eşeğinde bellermiş, derler..

Haberin Devamı

Bizde önlük kuşanan yaratıcı şefler de zanaatlarını “yeni zengin taşralılar” üzerinde deniyorlar ya işte işin o tarafı hoşuma gidiyor..

Özellikle ne yediğini bilemeyip de fikir beyan etmek zorunda kalanların hissiyatlarını ifade biçimi birinciye gelen eğlencelerimden.. Can Oba çok iyi yemek yenilen bir yer ama fiyat açısından asıl rakipleri Nişantaşı’nda..

Karşıdaki mekân beş liraya bir çanak kuru fasulye, üç liraya da pilav verirken sen bir tabak yemeği ortalama kırk, elli liraya taam ediyorsun.. Varsın olsun.. Yediğine içtiğine değiyor..

Tam karşısında da Kasap’ın Yeri var..

O da kendi başına iddialı bir lokanta..

Hollywood aleminin Abdullah Gül’ü sayılan George Clooney ile Türkiye’nin yediğinin içtiğinin farkında olan tek gurmesi Vedat Milör ayrı ayrı tarihlerde gelmişler, burada yemek yemişler..

Haberin Devamı

Kasap Osman’la da fotoğraf çektirmişler ki şimdi o fotoğraflar mekânın ön cephesini süslüyor.. Büyüklüğü ayar tutmadığından yüz metreden dahi fark ediliyor..

Fotoğraf çektirirken mekânın sahibi, aşçısı, garsonları George Clooney’i dostça kuşatmışlar.. Adam mecburen “Benim beslenme çantam yok.. Teee Amerika’dan gelir her öğlen burada yerim..” dergibi bakıyor..

Vedat Milör’e et yedirmişler.. Çok beğenmiş.. Kasap Osman “Ben bir kilo etten ancak üç kalem pirzola çıkarırım.. İşin sırrı burada..” diyor..

***

Neden iki adım daha atıp Sultanahmet çevresindeki lokantalardan birinde yemiyorsun da Hocapaşa’da takılıyorsun derseniz, sebebi ekonomiktir..

İstanbul’un en vahşi fiyat politikası Sultanahmet ve çevresinde uygulanıyor.. İlk fark ettiğimde “keseye uygun” bir etli pideci bulmak için Çemberlitaş’a kadar yürüdüm.. Döndüm aynı yolu bir de Gülhane Kapısı’na kadar yaptım..

Haberin Devamı

Yirmi liranın altında pide yok.. Bu nasıl iştir, diyecek olduğumda lokanta değnekçileri “Abi buraları sana yaramaz.. Bu düzen turistler için..” diyor.. İstanbul’un iş ahlâkı ile yüzleşiyorsun..

Hocapaşa’da aynı etli pide dokuz lira..

Bağcılar tramvay yolu üzerindeki duraklardan akın akın insan geliyor Sultanahmet’e.. Bağcılar, geçim düzeyi olarak mütevazı bir ilçe.. Hatta onun da altında.. Kılık kıyafetlerinden belli ki gelenler de muhafazakâr insanlar..

Özellikle kadınların kapalı olması işi tarif ediyor.. Yani elin turisti gibi birayla fıstıkla işleri yok..

CANLI VOLTRAN..

Yine de her Cumartesi, Pazar çoluk çombalak buradalar.. Tabii alış veriş etmiyorlar.. On küsur kişilik guruba tanesi yirmi küsur liradan etli pide parası mı yeter? Çoğu nevalesini evde hazırlayıp yanında getiriyor..

Haberin Devamı

Sultanahmet Camii ile Ayasofya arasında kalan büyük park piknik alanına dönüşüyor.. Gülhane Parkı’nın da işlevi ayrı.. Dolayısı ile bu kalabalıktan sebeplenen tek esnaf türü kola, gazoz, meşrubat satan büfeler..

Öğleden sonra gelip saat altı sularında evlerine dönmeye başlıyorlar..

Bir keresinde gaflete düşüp onların dönüş saatinde Sirkeci’ye geleceğim tuttu.. Eminönü istasyonunda kalabalığı fark edene kadar iş işten geçti.. Ben inmeye çalışırken tramvay kapısına hamle ettiler..

Dışarıya çıkamadım..

“Seyrek bıyıklı asabi şahsiyeti..” televizyonda gördüklerinde “Hulululu..” çeken o ablalar, teyzeler yanyana geldiklerinde Voltran’ı oluşturuyorlar.. Kafalarını eğmeli ile tramvaya otobüse dalmaları bir oluyor ki..

Ben diyeyim “Beşe Seli..” sen de kale kapısı yıkan “Koçbaşı..”

Yabancı turistler işi öğrenmiş.. Kapıların iki yanında dışa dönük vagon duvarına yapışıp, seli atlatıyorlar.. Benim gibi tramvay acemileri ise debeleniyor..

“Hele durun.. Hele ineyim..”

Tınan yok.. İnsan kalabalığından dürüm olduk, her istasyonda üzerimize eklene eklene Çemberlitaş’a kadar geldik.. Ancak Beyazıt sonrasında bir gedik bulup kendimizi dışarı attık..

Gayretli olmasak taaa Bağcılar’a götürüp, orada bırakacaklar.. Bu da bana ders oldu.. Artık geç kalmak yok..

***

Son durak, dönüş yolu üzerinde Eminönü istasyonu karşısındaki Hafız Mustafa’nın pastanesi.. 1864’ten beri varım diyen mekân, fiyat politikası yüzünden yabancı turist yoğunluklu..

Bir çay iki buçuk lira..

Demlisini içmen için garsonları ikna etmen gerekiyor.. Çünkü refleksleri sabitlemiş.. Çay ısmarlarken ister “açık olsun” ister “demli olsun” deyip tarif ver, o ocağa “Bir çay yap..” diye sesleniyor..

Sosyal eşitlik çay bardağı üzerinden sağlanıyor.. Bu da bir şey..

Yazarın Tüm Yazıları