Sıkı giyinin, internette dolaşmaya çıkıyoruz!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçen gün "temiz internet kampanyası"nın başlaması nedeniyle bir konuşma yaptı.

Konuşmasını okurken şöyle bir cümleye rastladım: "İnternette mümkünse çocuğunuzla birlikte gezin."

Kampanya nedeniyle yayınlanan öteki konuşmaları da okudum. Bir bakan da çocukların "internetin karanlık sokaklarında yalnız bırakılmaması gerektiğinden" söz ediyordu.

Bunları okuyunca merak ettim: Başbakan, interneti ailece gezilip, piknik yapılacak bir yer mi zannediyor?

Ailenin babası mesela şöyle mi diyor: "Hadi toplanın, biraz internette dolaşalım, bir şeyler yiyip eve dönelim."

Anneler de çocuklarını eminim uyarıyorlardır: Hava biraz serin, üşütürsün. Sıkı giyin!

Bu tür kampanyaların çok yararlı olduğuna hiç kuşkum yok.

Sadece çocukların değil, yetişkinlerin de internetten kaynaklanan bazı tehlikelere karşı uyarılması, kamuoyunun bu konuda bilinçlendirilmesi üzerinde önemle durulması gereken konular.

Ama bunu yaparken de insanın biraz "Bu internet nedir, neye benziyor? İnternette sörf yapmak ne demek? Bir 'board' gerektiriyor mu?" gibi konulara da vakıf olması gerekiyor.

Başbakan'ın konuşmasını her kim hazırladıysa, belli ki üzerinde hiç düşünmeden çalakalem yazmış!

Türkiye'de 70 milyon Kürt var!

TARHAN Erdem'in Milliyet'te yayımlanan "Biz kimiz" araştırmasından sonra gazetelerde "Türkiye'de kaç Türk yaşıyor, kaç Kürt var" gibi soruların tartışıldığına tanık oldum.

Şunu söylemeliyim: Türkiye'de 70 milyon Türk yaşıyor. Kürtlerin sayısı da 70 milyon!

Irkçılık, bizim geçmişimizde var olmayan bir durum.

Batılıların bu nedenle Türkler ile Kürtlerin eşit bireyler olarak, aynı devlet içinde yaşamasını algılamakta zorlanmaları normal.

Çünkü onların toplumsal kültürlerinde bir yerde farklı etnik gruplar varsa ve bu gruplardan bir tanesi ötekilerine göre çoğunluk oluşturuyorsa, orada bir "azınlık hakları" sorunu var demek.

Oysa sokakta dolaşmak, insanlarla konuşmak, eğlence yerlerinde çalınan şarkılara, türkülere kulak kabartmak Türkiye'de sokaktaki insanların kafasında bir Türk-Kürt ayrımı olmadığını görmeye yetiyor.

Bu iki halk birbirinin içine o kadar geçmiş ve o kadar aynı olmuş durumda ki hákim toplumsal kültürün kime ait olduğunu bile ayırt etmek o kadar kolay değil.

Türkiye'yi etnik temeller üzerinde bölme hayalleri kuranların bile yanıtını bulamadıkları bir soru bu.

Kimi nereden ayıracaksınız? Ayırdığınız yerde kalacak Türkler ve Kürtler ne olacak? Yerini değiştirmek istemeyenler ne duruma düşecek? Yanıtları asla verilemeyen sorular bunlar.

Türkiye'de çiğ köfte Diyarbakır'da ne kadar seviliyorsa, Aydın'da da o kadar seviliyor.

Eğlence yerlerinde "Zeytinyağlı yiyemem aman" çalınınca da herkes kalkıp oynuyor, "Armut dalda, kız balkonda sallanır" çalarken de!

Milli takım maç kazandığında Bingöl'de de silahlar patlıyor, Çorum'da da!

İçimizden birisi başarılı bir işe imza attığında kökenini merak etmiyoruz bile. Kimse mesela "Dice Kayek Türk müdür, Kürt müdür" diye sormuyor!

Biz artık birbirinin içinde erimiş iki halkız.

Dillerimiz farklı olsa da bu değişmiyor.

Onun için sayımızın da bir önemi yok. Hangimiz kaç kişi olursak olalım, bu topraklarda böyle yaşamaya devam edeceğiz.

Ah bu görgüsüzlüğün gözü kör olsun!

DÜN sabah pırıl pırıl parlayan bir güneşin altında Antalya'nın üzerinden uçtum.

Uçağımız pistten havalandı, lacivert denizin üzerinde bir yarım daire çizdi, kentin üzerinden geçerek Toroslar'a doğru ilerledi.

İçimi bir hüzün ve öfke dalgasının kapladığını söylemeliyim, aşağıdaki manzaraya bakarken.

Dünyanın belki de en güzel körfezinin kıyısına bu kadar çirkin bir kent kurmayı nasıl başardık diye sordum kendime.

Oysa bu kent çok değil 25 yıl önce sokakları portakal, limon, turunç çiçeği ve yasemin kokan sevimli bir kentti.

Yıllar içinde artan nüfusunun yerleşmesine izin veren büyük düzlükleri vardı.

Ve biz bilgisayarda Sim City oynayan bir çocuğun bile yapabileceği bir şeyi, bir kenti büyütürken yapmayı başaramadık.

Sokaklarında ağaç olmayan, dev blokların meltemin önünde bir set yarattığı bir beton denizi yarattık.

Dünyanın en güzel kentlerinden birini acımasızca yok ettik.

Bunu kár hırsıyla da açıklayamıyorum. Çünkü aynı insanların yaşayabileceği daha güzel yerler, ağaçlı sokaklar yaparak da o binaları inşa edebilir, aynı paraları kazanabilirdik.

Ama ah o görgüsüzlük yok mu!
Yazarın Tüm Yazıları