Shuffle ruhlar

PARİS’te Saint Germain Bulvarı’nda, artık hayatımın bir bölümü haline gelen o pencerenin önündeyim.

Burası bir otel odası.

Pencereden Sain Germain Kilisesi’ni seyrediyorum.
iPod’un “Shuffle”ının bana çaldığı sürpriz şarkıları dinliyorum.
Wagner’in arkasından Yıldız Tilbe geliyor.
Onu Miles Davis izliyor. Bir sonraki şarkı belki Tarkan, belki Mahler’in Beşinci Senfonisi.
Keyfimin kontrolü “Shuffle”da.
Müzik güzergâhım harikulade bir emrivakiye dönüşmüş.
O an hangi şarkı beni neremden tutar, nereye çekerse oraya gidiyorum.
Kendini bırakmışlığın, sallapatiliğin karşı konulamaz hazzını yaşıyorum...
Her şarkıda diyorum ki: “Allahım benim hayatım işte bu karman çorman zevkler, bu ‘patchwork’.”
Benim için mutluluk bu ve ben olup biteni, gelip geçeni, bu küçük pencereden seyrediyorum.
* * *
Önceki gün saat 14.45’te Paris’in Boulogne Billancourt banliyösünde Türk Konsolosluğu’ndayım.
Binanın beşinci katına bir salon yapılmış.
Duvarda Atatürk’ün bugüne kadar hiç görmediğim bir fotoğrafı.
1931 yılında çekilmiş.
Atatürk, Atlantik’i geçen Amerikalı pilotlarla birlikte görünüyor.
Üzerinde çok şık bir elbise. Amerikalılar çok iyi giyimli ama Atatürk hepsinin rolünü çalmış.
Tam ortada, müthiş bir alım, çok etkileyici bir cazibe ile öyle duruyor.
Burası konsoloslukta nikâhların kıyıldığı salon.
Biraz sonra Hürriyet yazarları Kanat Atkaya ve Ezgi Başaran burada evlenecekler.
Bizler, Türkiye’den gelen 18 kişi oradayız.
Kanat’ı, Hürriyet’teki ilk yıllarımda tanıdım. Gencecik bir gazeteciydi. Benim gibi müzik delisiydi. Benim kadar naif, benim kadar hayalperestti.
Hürriyet’in modern yüzünü, dünyayı ırgalamayan, kafa tutan, marjinal yanını temsil etti.
Genç duruşun yazarı oldu.
Sonra Ezgi’yle tanıştılar. O da Hürriyet’in genç neslinin en parlak isimlerindendi.
Birbirlerine âşık oldular.
Ve önceki gün Paris’te evlendiler.
* * *
Kanat’ı ilk defa smokin içinde görüyorum.
Saçlarını atkuyruğu yapmış. Sakalının çevrelediği ince yüzü, modern bir ikona gibi parlıyor.
Smokin o kadar güzel yakışmış ki; takılmadan edemiyorum.
“Kanat yıllardır tırnaklarınla oluşturduğun o harika ‘cool’ imaj, bir nikâhta yıkıldı” diyorum.
Biraz sonra Ezgi geliyor.
Teyzesinin 30 yıl önce giydiği gelinliği giymiş.
Basit, harikulade, çok ama çok güzel bir gelinlik.
Gözlerinde, küçük bir pembe gözlük.
Karşımda, 1970’li yıllarda, San Francisco’nun hippi gelinlerinden biri duruyor.
Kanat ne kadar sakin, ne kadar cool’sa; Ezgi o kadar muzip, yerinde duramaz bir kız.
Başkonsolos Uğur Arıner, çok hoş bir insan.
“Nikâhı ben kıyardım. Ama kıydığım birkaç nikâh uğursuz geldi, ayrıldılar. O yüzden artık nikâhları ben kıymıyorum” diyor.
Kanat’la Ezgi’ye bakıyorum.
O utangaç çocukla, o haşarı kızın birlikteliği bana, dünyanın en harika harmonisi gibi görünüyor.
Tekrar iPod’umun “Shuffle”ı geliyor aklıma.
İnsanların ruhlarını ayarlayan bir “Shuffle” tuşu olmalı diyorum.
En mahrem duygular bile her gün yeni sürprizleri getirmeli...
Sonunda uyum dediğimiz şey nedir?
Her şeyi önceden bilinen, her gün aynı şekilde ve güven içinde tekrarlanan güven verici bir rutin mi?
Dünyaya aynı gözden bakan, aynı şeylerden zevk alan, aynı anda aynı şeyi düşünen bir “ruh ikizliği” mi?
Hayır, bu çağın gerçek harmonisi, aşkın en sağlam kozası içinde bile, shuffle sürprizi yaratabilen beraberliktir.
Ruh ikizliği bana beraberliğin en zavallı hali gibi görünüyor.
* * *
Nikâhın sonunda Ezgi hepimize birer zarf veriyor.
Bize nikâh şekeri yerine, birer kartpostal hazırlamışlar.
Arkasına da her birimize ayrı yazılar yazmışlar.
Benimki Henri Cartier Bresson’un bir fotoğrafıydı.
Paris’te Brasserie Lipp’in önünde oturan mini etekli genç bir kız ve ona hayretle bakan yaşlı bir kadını gösteriyordu.
Yıl 1969.
Yani “hippi çağının” açılışı.
Bir o fotoğrafa bakıyorum, bir gelinliği içindeki Ezgi’ye.
Allah’ım yıllar ne kadar çabuk geçmiş ve ne kadar da hiç geçmemiş.
Her şey ne kadar farklı, oysa her şey yine aynı.
Sonra arkasını okuyorum.
O kadar güzel, o kadar naif, o kadar içten şeyler ki.
Ağlamaya başlıyorum.
Gözlerimi silmeye çalışırken, etrafıma bakıyorum.
Herkesin elinde niyet kuşunun çektiği bir kartpostal.
Herkes ağlıyor.
Yazarın Tüm Yazıları