Sevgili

Sen yaştakilerin hayatında bir yeri var mıdır bilmem; bugün 8 Mart Kadınlar Günü...

Hani 14 Şubat’ın Manitalar Günü olduğunu biliyor olmandan yola çıkıyorum ve e bu da hasbelkader dikkatini çekmiştir diye tahmin ediyorum.

Ne de olsa, özellikle son senelerde, resmen Sevgililer Günü kakofonisine benzer bir şekilde algılanır ve yaşanır oldu hadise...

Meselá, birkaç yıl önce, kadın hakları için yürüyen kadınların polis tarafından saçlarından sürüklenmesinin ve yer misin yemez misin diye cop ve biber gazı manyağı edilmesinin yarattığı infial sağolsun, geçtiğimiz yıl, bu kez kadın polisler, hemcinsi eylemcilere çiçek miçek vermişti.

Böyle bir bilincimiz gelişti; daha doğrusu tribimiz oldu son zamanlarda çok şükür... Sanki Öğretmenler Günü, ne bileyim Anneler Günü, işte, Sevgililer Günü tadında; zarif arkadaşlarımızdan çiçek falan alıyoruz resmen...

Yine de benim tüm bu mevzuat içinde şahsi favorim, vaktiyle bir belediye başkanının "şıklığı"dır ki, Hıncal Uluç’un her sene Sevgililer ve Anneler günlerinde aynı yazıyı yayımlatması tadında, 8 Mart geldi miydi, anmadan edemem:

Adam, belediyeden bir kadın çalışanı, 23 Nisan afacanı modelinde, makam koltuğuna oturtmuştu; iyi mi!!!

Herkesin bir takıntısı vardır; ben de maalesef bu konuda şaka, mümkün değil, bünyeyi zorlasam da kaldıramıyorum.

Kadınlara karşı uygulanan ayrımcılığın, bu dünyanın en vahşi, en vulgar, en vandal ve en vahim belásı olduğuna taş gibi inanıyorum.

Bu dünyada pozitif ayrımcılık diye bir şeye ihtiyaç duyulmasının ne mene bir vahamet, kadınlar için "özel" bir günün "kutlanması"nın nasıl utanç verici bir sakalet olduğunu, gün gelir seninle tartışırız elbet... (Yanlış anlama; 8 Mart’ın varlığı, her şeye rağmen iyidir; bir güzelliktir. Senenin geri kalan günlerinin tapusunu erkeklerin üzerine yapan kim fakat; işte onu bir bulursam, çok fena benzeteceğim!)

Seninle aynı işi yapan adamlardan çok daha düşük maaşa çalıştığını fark ettiğinde, hem evde, hem işte, hem cemiyette taşıdığın sorumluluğun yüküyle, her şeye yetişmeye çalışırken, nasıl da satır altlarında yine de kendini eksikli hissetmene neden olabildiklerine hayret ettiğinde, dertleşiriz elbet... (Sen gerçi, bizim sülalede nadir rastlandığı üzre, ilginç bir şekilde ’kız çocuğu’ tipi çıktın. Üzerinde Beşiktaş formanla harala gürele futbol oynarken bile, saçının boncuğunu moncuğunu ihmal etmeyen bir süslü taze...)

Ve şimdi, 12 buçuk yaşında, abladan ziyade, bir küçük anne olmak üzeresin tabiri caizse... Senin annen, benim de buçuktan annem sayılır biliyor musun?

Banu’yla aramızda beş yaş olduğu için, beni beslemeye çalışırken, suratına çok papara püskürtmüşlüğüm vardır. Sonra ben çocukken o ergen oldu, ben ergenken, o yetişkinliğe adım attı. Bununla birlikte, leş gibi canı sıkılan bir çocuk olan kardeşinin kıçını bir ömür toparlamayı bir gün bile ihmal etmedi. O okula gidiyor, benim evde canım sıkılıyor diye kıskanç ve küskün bezerken, kalktı bana okuma yazma öğretti. Banu’nun hatırı bende 29 harf çarpı 40 yıldır anlayacağın.

Ve işte şimdi bir tekne kazıntısı geliyor. Kardeşlik müessesesinin nasıl şahane bir şey olduğunu tecrübe edecek, en güzeli de bizim oğlanı, şiddetle umuyor ve çok içimden inanıyorum ki kadınlara saygı duymayı bilen bir erkek olarak yetiştireceksin.

İnsan geleceğe inanmazsa, nasıl yaşar? Ben sana inanıyorum. Álem adam gibi adamdan öte, insan gibi adamlar da görecek inşallah... Müsterihim... (Bu arada aklımda birkaç isim birikti, müşkülpesent haspam; bakalım bunları beğenecek misin?)

Seni seviyorum; ilk göz ağrım; Kara Muço’m; Elifim; öperim, çevirir bi’ daha öperim...
Yazarın Tüm Yazıları