Sevdim seni bir kere

Milyonları ekrana kilitleyen bir televizyon dizisiydi sanki.

20 ay boyunca, kahvelerde, kabul günlerinde "Şimdi ne olacak?" diye sorulmuş, tahminler yürütülmüştü. Başroldeki genç kadın çok sevmiş, sevdiği adamla evlenmeden birlikte olmuş, bir sabah hamile kaldığını öğrenmişti. Buraya kadarı olağandı da, iş, kadının çocuğu doğurmasına ve sevdiği adamı mahkemeye vermesine dayanınca, Mısırlılar ikiye bölündü.

İlk kez, "Baba Eve Dönerken" adlı bir televizyon dizisinin pilot çekimleri sırasında karşı karşıya gelmişlerdi. Erkeğin adı Ahmet El Fişavi’ydi. Annesi ve babası gibi o da ünlü bir oyuncuydu. Henüz 24 yaşındaydı, bekardı, yakışıklıydı ve o sıralar, genç seyircileri hedefleyen, yasalara ve geleneklere uygun bir yaşam biçiminin öne çıkartıldığı bir programın sunucusuydu.

Kadının adı Hind el Hinnavi’ydi. Bir iktisatçıyla bir psikoloji profesörünün kızıydı. 28 yaşındaydı, bekardı, güzeldi ve dizi oyuncularının giysilerinden sorumluydu.

Bir sabah gazeteler, genç kadının fotoğrafını bastı. Ahmet El Fişavi’nin çocuğunu taşıdığından söz ediyordu. Bir sözleşme imzaladıklarını, bir suretini Ahmet’in, diğerini kendisinin aldığını, birlikte yaşamaya başladıklarını, hamile olduğunu öğrendiğinde evlenmek istediğini anlatıyordu. Ahmet, resmi evlilik işlemleri için kendisindeki sözleşme örneğini alıp gitmiş ve bir daha dönmemişti.

Genç oyuncu bu ithamı kesinlikle reddetti. Hind ile sadece bir kere televizyon setinde karşılaştığını, bu nedenle çocuğun kendisinden olmadığını iddia etti. İkisi arasındaki sözlü düello, günlerce tabloid basının sayfalarında, televole örneği programlarda yer aldı.

Bir sabah gazeteler, Hind el Hinnavi’nin, Ahmet’i mahkemeye verdiğini yazdı. Bizler için pek şaşılacak bir yanı olmasa da, Mısır’ın ilk babalık davasıydı bu ve 20 ay boyunca toplumun her kesimini hop oturtup, hop kaldıracaktı.

TANIKSIZ VE GEÇERSİZ EVLİLİKLER

Hind ile Ahmet arasındakiler, Mısırlılara ve Arap dünyasına yabancı değil. Son yıllarda, özellikle gençler arasında, resmi nikah yerine, iki tanıklı, hatta hiç tanıksız sözleşmeleri tercih edenlerin sayısı kaygı verici boyutlara ulaştı. Muhafazakar çevreler bunu, serbestçe cinsel ilişkiye girebilmenin bir yolu olarak yorumluyor ve ahlaksızlık olarak nitelendiriyor.

Öte yandan, Kahire’deki Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin başkanı Hoda Rashad ya da Yemen’deki Sana’a Üniversitesi’nden sosyoloji profesörü ve eğitim bilimci Dr. Muhammed Naif gibi Arap akademisyenler, nişan-düğün masraflarının altından kalkamayan, bir ev geçindirme sorumluluğunu taşıyamayacak erkeklerin, ekonomik nedenlerden ötürü bu yolu seçtiğini ileri sürüyor.

Mısır yasalarına göre, bu tip sözleşmelerin hiçbir geçerliliği yok. Bu nedenle, erkek, baba olduğunu kabul etmediği takdirde, annelerin çocuğunu tek başına büyütmek gibi, çok ağır bir sosyal baskı ve dışlanmayla karşılaşması bir yana, nüfus kağıdı verilmeyen çocukların da, devletin eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanamaması, yurt dışına çıkamaması gibi sonuçları bulunuyor.

Hind el Hinnavi’nin, kürtajı seçip konuyu sessizce geçiştirmek varken, yargıya başvurması, bir skandal olarak nitelendirilse de, bir yandan resmi nikah yerini almaya başlayan sözleşmeleri, diğer yandan yasadışı kürtajları tabu olmaktan çıkarttı ve geniş kitlelerin bu konuda fikirlerini dile getirebileceği bir platform oluşturdu.

Selma Bakr gibi, kadın sorunlarını ele alan bazı yazarlar, Hind’in cesaretinden övgüyle söz ettiler ve davanın, toplumu giderek etkisi altına alan Vahhabi değerlerin üstesinden gelmeyi sağlayacağını, kadınları bir cinsel obje olmaktan çıkartıp vatandaş kimliğine kavuşturacağını ileri sürdüler.

Aslında dava, kapalı kapılar ardında konuşulabilen sosyal sorunları masaya yatırmaktan çok daha fazlasını gerçekleştirdi ve bir Mısır mahkemesinin, tarihte ilk kez, bir erkeğin biyolojik baba olup olmadığına karar vermek için DNA analizi istemesini sağladı.

KAYBETTİ, KARŞI ÇIKTI, KAZANDI

Kapı zilinin üzerine, kendi adının yanı sıra, eşinin de adını yazdıran bir adamdı, Hind el Hinnavi’nin babası. Sadece bu bile, onun kadınlara bakış açısının, alışılagelmiş Mısırlı erkeklerden ne denli farklı olduğunu göstermeye yeterdi. Kızının açtığı babalık davasının ilk duruşmasında, adliye binası önünde toplanıp "Utanmaz adam, kızına sahip çıksaydın" diye bağıran kızgın ve çoğu kadın kalabalığa dönüp "Esas siz utanmalısınız. Bana söveceğinize, haklarınız için mücadele edin" diyebilmişti.

Binanın dışında hakaret etmekle yetinmeyip duruşma salonunun kapısını zorlayınca yargıç tarafından kovulan kalabalık, her fırsatta medya karşısına çıkan ve çocuğun babası olmadığını bildiği tüm yeminlerle süsleyen Ahmet El Fişavi’ye gönülden inanmıştı. Kucağında dört aylık kızı Lina’yla duruşmaya gelen kadın, ahlaksızın tekiydi. Para sızdırmak için, hem kendini hem de sevgili Ahmet’lerini rezil ediyordu.

Yargıç, iki sevgili arasındaki sözleşmeyi görmek istedi. Hind, elindeki sözleşmeyi evlilik işlemlerini tamamlaması için Ahmet’e verdiğini anlattı. Yargıç, birlikte olduklarını tanıklarla kanıtlamasını istedi. Hind, ilişkilerini herkesten gizli yürüttüklerini anlattı.

Aylar süren gerginlik, 2005 yılı şubat sonlarında, aile mahkemesinin DNA analizi yaptırmak istemesiyle doruk noktasına ulaştı. Önce DNA analizini şiddetle reddeden Ahmet Fişavi, sonunda razı geldi. Çocuğun biyolojik babası olduğunun kanıtlanmasına rağmen, ortada bir sözleşme bulunmadığı gerekçesiyle, 28 Ocak 2006 günü, aile mahkemesi babalığını kabul etmedi. Yapılan itiraz üzerine karar bozuldu. Dava yeniden görüldü ve 24 Mayıs 2006’da, Ahmet el Fişavi’nin Lina’nın babası olduğuna karar verildi.

İLK KADIN YARGIÇ

Mısır’da, kadın hakları açısından çok önemli adımlar atılıyor. Bir tecavüz davasında, saldırganın mağdurla evlenmeyi kabul etmesinin, onu cezadan kurtarması üzerine protestolar artmıştı. Artık evlenmeyi kabul etse de, etmese de, bu suçu işleyenler cezalandırılıyor. Artık kadınlar, eşlerinin izni olmadan ülke dışına çıkabiliyor ve eşlerinin rızası olmadığı halde, tüm nafaka haklarından feragat etmek koşuluyla, mahkemeye başvurup boşanma talebinde bulunabiliyor. 2004’te kurulan 224 aile mahkemesi ve görevlendirilen 1200 yargıç sayesinde, hem yargıya başvuru kolaylaştı, hem de eşler arasındaki anlaşmazlıklar çok daha hızlı biçimde çözüme kavuşturulur oldu. Bu yıl 90 binin üzerinde boşanma davasının karara bağlanması, bu gelişmenin bir kanıtı.

2003 yılında, Mısır tarihinin ilk kadın yargıcı Tahani El-Gebali’nin, ilk aile mahkemesinin başkanlığına getirilmesi büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Kadın yargıçların erkeklerle birlikte çalışmasına olanak vereceği iddiasıyla, özellikle eski kuşak yargıçlar şiddetle karşı çıkıyordu ama 22 Mart 2007 günü 31 kadın yargıcın atanmasıyla birlikte sayıları 32’yi buldu. Henüz kadın yargıçlar, sadece Anayasa ve Aile mahkemeleri gibi bazı yargı organlarında görev yapıyor. Bu durumun çok yakında değişeceğine kesin gözüyle bakılıyor.

Bütün bunlara rağmen, kadınlara karşı ayırımcılık, aile içi şiddet, miras paylaşımı, kadının kendi bedeni üzerindeki hakları (örneğin, Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 18 ila 54 yaşındaki Mısırlı kadınların yüzde 93’ünün sünnet edilmiş olması) gibi pek çok sorun çözüm bekliyor. Bir diğer konu, sayılarının çok yüksek olduğu sanılan, nüfusa kaydettirilmemiş kız çocukları. Doğum tarihlerini bile bilemeden yaşayan bu kişiler, her alandaki devlet desteğinden yoksun.

Mısır yasaları, sadece annenin sağlığını tehdit eden ve üç ayı aşmayan gebeliklerin sonlandırılmasına izin veriyor. Bu koşullara uymayan gebeliklerde, gizli kürtaj yaptırabilmek ancak ekonomik gücü olanlar için mümkün. Bu arada pek çok Mısırlı kadının, bu coğrafyadaki pek çok kadının kaderini paylaştığı ve özellikle evlilik dışı gebelik durumunda, en temel hakkı olan yaşam hakkını, töre ya da namus uğruna yitirdiğini belirtmek gerek.

Faslı kadınlar haklarına kavuşuyor

1980’lerin ortasından bu yana büyük gayret gösteren Marakeş’teki Kadın Dayanışma Merkezi gibi sivil toplum örgütleri sayesinde, Faslı kadınlar 2004’te çok önemli haklara kavuştu. Yeni yasalar, artık erkeğin "boş ol" demesiyle evlilik aktinin sonlanmasına izin vermiyor ve dini nikahı yeterli bulmayarak, resmi nikahı zorunlu kılıyor. Kadınlar, artık ailelerinin izni olmadan evlenebiliyor, boşanma ve babalık davası açabiliyorlar. Kadınların babalık davası açabilmeleri olağanüstü önem taşıyor. Çünkü her ne kadar son 10 yıldır uygulanmasa da, Fas yasalarına göre evlilik dışı çocuk doğurmak hapisle cezalandırılan bir suç. Ayrıca bekar annelere fahişe gözüyle bakılması, hem kendisinin hem de çocuğun toplum dışına itilmesi, bu davaların önemini daha da arttırıyor.

Baba olduğunu reddeden erkekler, geçen yazdan bu yana DNA analizlerine de zorlanabiliyor. 400 YTL’yi bulan analiz masrafını şikayetçi taraf üstlendiğinden, bu yolu talep eden kadın sayısı henüz çok az. Çözüm, yine sivil toplum kuruluşlarından geliyor. Erkekle görüşüyor ve özel DNA analizine ikna etmeye, böylelikle konuyu duruşma salonlarına taşınmadan çözmeye çalışıyorlar. Kadın Dayanışma Merkezi’nin başkanı Ayça Eç Çenna, 2006’da 60 erkeğe, bu yolla, babalığı kabul ettirebildiklerini söylüyor. Babasız çocukların sayısının binlerle ifade edildiği Fas’ta, henüz gidilecek çok yol var.

BAKİRE ÖLEN ÜRDÜNLÜ KIZLAR

Annelerin, evlilik dışı hamile kalan kızlarını öldürmesi sadece Mısır’a özgü bir davranış değil. Ürdün’de de rastlanıyor. Üstelik Ürdün’de, bir namus cinayetinin işlenmesi için, bırakın genç kızın biriyle ilişkisini, aşık olduğunu söylemesi bile yetiyor.

Amman’daki ulusal adli tıp enstitüsü, çok sayıda kurbanın otopsi raporunda, bekaretin bozulmadığını belirtse de, bu gerçek ne aileleri, ne de katilleri ceza indiriminden yararlandıran mahkemeleri ilgilendiriyor. Kasten adam öldürmenin cezası idam olduğu halde, cinayetin töre ya da namus saikiyle işlendiği kanıtlandığında, kısa süreli hapis cezalarıyla kurtarılabiliyor.

Son örneklerden biri, bundan beş ay önce, birkaç kez evden kaçan 17 yaşındaki kızını, muayeneye götürüp, bakire olduğunu öğrenen, buna rağmen, başına dört kurşun sıkarak öldüren baba. Otopside kızın bakire olduğu anlaşılmış, namusunu kurtardığını öne süren baba, çok hafif bir hapis cezası ile kurtulmuştu. (Aynı durum, yeni Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005’e kadar, Türkiye’de de geçerliydi. Artık 82. madde uyarınca, gebe olduğu bilinen kadına karşı, ya da töre saikiyle işlenen cinayetlerin cezası, ağırlaştırılmış müebbet hapis.)

Ürdün Kraliçesi Rania’nın girişimleriyle kurulan Kraliyet İnsan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı ve namus cinayeti işleyenlere daha ağır cezalar getiren yasa taslağını parlamentodan geçirmeye çalışan hükümet, milletvekillerinin büyük direnciyle karşılaşıyor. Gerekçeleri ise tüyler ürpertici. "Ağır cezalar, namus cinayetleri için caydırıcı olabilir ama, bu durum, öldürülmekten korkmayan kızları evlilik dışı ilişkilere cesaretlendirir" diyorlar.
Yazarın Tüm Yazıları