Senaryo fakiriyiz

Türk sinemasında her yıl bir öncekine göre daha fazla film üretilmeye başlaması sevindirici.

Ama giderek her filmin de birbirine benzemesi üzücü.

Hafta sonu sezonun vizyona giren ilk iddialı filmlerini izledim.

Önce Döngel Kárhanesi, ardından Maskeli Beşler İntikam Peşinde.

Bir kez daha anladım ki Türk sinemasının en büyük sıkıntısı yaratıcı senaryodur.

DÖNGEL KÁRHANESİ

Ancak Levent Kırca'ya üç dakika skeç olacak bir konu...

Ankara'nın 'kárhane' dediği yerin gerçekte 'kerhane' olmasıyla ortaya çıkan komik durum.

İşte bütün hikaye bu; 'a', 'e' karışıklığı kadar basit.

Gerisini tahmin edebilirsiniz.

Buraya atanan idealist memurun ilk başta her şeyi yanlış anlayacağını, trenden inen torpilli stajyerin kadın çıkacağını, Ankara'dan bir denetçi ekibin geleceğini vs.vs...

Bildik yanlış anlamalar üzerine dümdüz bir hikaye.

Metin Akpınar efemine patron, Ahmet Uğurlu idealist memur rolünde karşılıklı çok iyiler.

Ama kurtarmıyor işte.

MASKELİ BEŞLER

Gişe kuyruğunda önümdeki kadın yanındakine, "Bu film Hababam Sınıfı değil mi" dedi.

Haksız değil.

Aynı kadro, aynı oyunculuklar ve yine dümdüz bir hikaye.

Amansız hastalığa yakalanan bir çocuğun ameliyatı için soygun planlayan beş kafadar.

Birinci deneme başarısız, ikinci deneme başarısız, üçüncü denemede başarılı oluyorlar zaten film de bitiyor.

Aynı mevzu bu kadar uzun anlatılınca, eğlenceli başlayan film sonunda 'bitse de gitsek' dedirtiyor izleyiciye.

Aynı kadroyu Hababam Sınıfı Üçbuçuk'ta da izleyeceğiz.

İlk iki Hababam Sınıfı gişede iyi iş yapınca serinin üçüncü filminden önce arada çıkarılmış bir film olmuş Maskeli Beşler...

* * *

Şimdi iki filmin de senaryosunu düşünüyorum.

Yan hikayeleri yok, içiçe geçmiş bir anlatıma sahip değiller, ne karakterler ne de olaylar izleyiciyi şaşırtıyor.

Sürpriz yok, paralel bir hikaye yok!

Yani bu filmlerin hiçbir derinliği yok.

Elbette gişeyi hedefleyen böyle filmler de olmalı Türk sinemasında ama hepsi aynı mantıkla yapılınca bütün filmler birbirine benzemeye başladı.

Fincanın ardından

Zincirlikuyu mezarlığının yanındaki Nescafe fincanını yazdım geçen hafta. Devasa fincanın içinden buhar çıkmasını önermiştim.

Nescafe ne yaptı; fincanı kaldırdı!

Öğrendim ki benden önce islamcı basın 'Mezarlığa fincan konur mu' diye yazmış.

Hem bu tepkiler, hem de benim önerimle fincanın gündeme gelmesinden Nescafe rahatsız olmuş.

Uluslararası firmalar için bazen olumlu ya da olumsuz fark etmiyor, her koşulda gündeme gelmekten kimi zaman böyle rahatsız olabiliyorlar.

Bir barışmanın perde arkası

Acun Ilıcalı'yla Şahan Gökbakar'ın mahkemeye düşmek üzere olduklarını ilk bu köşeden duyurmuştum.

Olayın tatlıya bağlanacağını da geçen hafta öğrendim.

Cumartesi akşamı da Dikkat Şahan Çıkabilir'de barışma anına tanık olduk.

Olayın perde arkası ise şöyle:

Mahkemelik olacakları gazetelere manşet olan iki şovmen geçtiğimiz hafta bir restoranda buluşuyorlar.

Bu tür durumlarda ilk adımı atan önemlidir. Bana gelen bilgiler daveti Şahan'ın yaptığı yönünde.

Buluştuklarında yanlarında avukatları da var. Acun bu bölümün tamamen kaldırılmasını istiyor.

Şahan çok izlendiğini söyleyip, sadece ismini değiştirmeyi öneriyor.

Acun kesinlikle kabul etmiyor.

Şahan bunun üzerine, "Gel programa konuk ol, Acur'u kovala. Ben de onun yerine parmak arası terlik giyen başka bir karakter yaratayım" diyor.

Avukatlar araya giriyor sonunda Acun programa konuk olmayı kabul ediyor, Şahan da buna karşılık Acur Arazi bölümünü tarihe gömmeyi...

İşte cumartesi akşamı Dikkat Şahan Çıkabilir'de bu bölümü izledik.

İki başarılı televizyoncuya da böyle bir barış yakışırdı...
Yazarın Tüm Yazıları