Savaşı Hizbullah kaybetti

İSRAİL’in, Lübnan’ı işgali başladığından beri en çok okuduğum yorum şu oldu: Hizbullah güçlendi!

Doğrusunu isterseniz bu propagandanın etkisi altında kaldığımı söylemeliyim.

Ateşkes ilan edilip bombardımanın tozu dumanı dağıldığında ortaya çıkan gerçek ile bu yorumun bağdaşmadığını düşünüyorum şimdi.

Bakın neler oldu son iki günde:

Ateşkes kararının uygulanmaya başlamasının ardından İsrail, Güney Lübnan’da işgal ettiği toprakları Birleşmiş Milletler’in geçici görev gücü UNIFIL’e terk etti. UNIFIL de devraldığı toprakları Lübnan Ordusu’na devrediyor.

Şimdi işin püf noktası: Lübnan Ordusu, 1967’den beri ilk kez Litani Nehri’nin güneyine geçebildi. Lübnan Ordusu, 39 yıldır ilk kez Lübnan’ın güneyindeki köyleri kontrol edebiliyor.

Sanki bir Temel fıkrası bu: Bir bağımsız ülke, o ülkenin bir ordusu ve o ordu kendi ülkesinde bir bölgeye 40 yıldır ilk kez adımını atabiliyor!

Bu bölgeyi yıllardır devlet içinde devlet olan Hizbullah’ın silahlı güçleri kontrol ediyordu.

Bu tablonun Hizbullah açısından bir galibiyet olduğunu söyleyebilir misiniz?

Hizbullah’ın gücü kırılınca Lübnan muhalefeti de hareketlenecek cesaret buldu. Saad Hariri, Suriye’yi, Lübnan’ın içişlerine karışıp İsrail’den daha fazla yıkıma yol açmakla suçladı.

Dürzi Lider Velid Canbolat, Hizbullah’ı 1989 Taif Anlaşması’na uyarak silahlarını teslim etmeye davet etti. Canbolat, İran’ı Hizbullah’ı kullanarak nükleer silah krizinden kaçmaya çalışmakla suçladı.

Evet, belki savaş sırasında yürütülen propaganda Hizbullah’a bazı çevrelerde duyulan sempatiyi artırmaya yaradı; ama silahlı gücüyle politika yaparak Lübnan’ı esir alan Hizbullah, artık eskisi gibi at koşturma olanağını da kaybetti.

Alışveriş boykotuyla dini mücadele!

ZAMAN Gazetesi yazarı Ahmet Şahin’e bir okuyucusu sormuş: "Yazlıkta yakınımızda bir market var, her türlü helal gıdayı satıyor; ama haramı da koymuş vitrinlerine, içki de satıyor... İçki satılan yerden alışveriş yapınca aldığımızı da haram mı yapmış oluruz?"

Şahin de okuyucusunu rahatlatıyor: Helal parayla, helal mal alırsanız bir sorun yok!

Yazar daha sonra konuyu derinleştiriyor: "Aslında düşünülmesi gereken konu, helal alışverişle haram satana destek vermiş olma konusu olsa gerektir."

Ve şöyle devam ediyor: "Bağımlılık yapan haramları satanlardan alışveriş yapmazsanız onlar da sizin bu titizliğinizi bilir, sizi kaybetmekten çekinir, toplumun zararına olan haramları satmaktan cayabilirler mi? Böylece siz de bu titizliğinizle haramın yayılmasına yardımcı değil de tam aksine engel olmuş olur musunuz?"

Ahmet Şahin
örneklerle ne demek istediğini açıklıyor. "Meyhane olacağını bile bile bir yeri kiraya verirseniz harama ortak olursunuz" diyor. Hatta "şarap üreticisine üzüm satarsanız onun haramına da ortak olursunuz"a kadar işi vardırıyor.

Ve "içki satmama titizliği gösterenleri bırakıp satanları tercih etmenin" üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olduğunu söylüyor.

Bazı büyük market zincirlerinin bazı bölgelerde içki satmamalarıyla ilgili yazılar yazdım.

Ve okuyucularımdan şöyle tepkiler gösterenler de oldu: "İslamcılara yaranmak için böyle davranan marketleri teşhir edin, bizler de oralardan alışveriş yapmayalım."

Buna rağmen aklıma "içki satmayanlardan alışveriş yapmayın" demek gelmedi.

Ama öyle görünüyor ki İslami düzen heveslileri, hayallerini gerçekleştirmek için her yolu mubah görüyorlar.

İslamcılara yaranmak ve üç kuruş kazanmak için belli bölgelerindeki mağazalarından içki reyonunu kaldıranlar, bence ne yaptıklarını, kime hizmet ettiklerini bir daha düşünmeliler.

Mahkeme tarihi mi yargılayacak?

İPEK Çalışlar hakkında, yazdığı Latife Hanım kitabıyla ilgili olarak "Atatürk’ü Koruma Kanunu"na muhalefet ettiği iddiasıyla dava açıldı.

Davanın açılmasına neden olan şey, bir vatandaşın ihbarı!

İhbar konusu olan olay ise, Topal Osman’ın Çankaya Köşkü baskınında Atatürk’ün kılık değiştirerek Köşk’ten kaçmasının anlatılması!

Çalışlar, olayı o sırada Köşk’te bulunan Latife Hanım’ın kız kardeşi Vecihe İlmen’in görgü tanıklığına dayandırıyor. Başka kaynaklarca da doğrulanan tarihsel bir olay bu!

Tarihçilerin doğruluğunu, yanlışlığını tartışabileceği ama asla bir mahkemenin işi olamayacak tarihsel bir olay anlatılan şey.

Şunu çok merak ediyorum: Türkiye’de savcılar, kendilerine gelen her dilekçeyi soruşturma konusu yapmak zorunda mı?

Dilekçe sahibine "kardeşim, bu mahkemenin işi değil, yargıyı boşa işgal etme" demek çok mu zor?

Anlayamadığım bir başka konu da Atatürk’ü "kanun aracılığıyla koruma çabası".

Atatürk’ün "korunmak için" buna ihtiyacı yok.

Onu korumaya, yaptığı devrimler ve o devrimlere gönülden bağlı olanların sevgisi yeter.
Yazarın Tüm Yazıları