Refik de Refik’miş hani!

3. sayfa haberi deyip geçmeyin...

Kalitelisi var, kalitesizi de...

Pek çoğu hayatımızın manalı bir özeti...

Madam Bovary de mesela bir 3. sayfa haberi...

Ama kitabı kapattığımızda başka türlü hayaller ve duygular içinde kalırız öyle değil mi?

Onlardan bir tane daha var benim elimde şimdi:

‘Geriye Yazılar Kaldı.’

Epsilon’dan çıktı.

Leyla Umar yazdı.

Başrol oyuncusu da Refik Erduran’dı.

*

Baştan başlıyorum:

Elimde tuttuğum -bir başka deyişle elimden bırakamadığım- görünüşte bir kavganın kitabı...

Bu kavganın tarafları da ünlü kişiler:

Biri Leyla Umar, diğeri Refik Erduran.

Olay aslında, umuma açık bir röportajda Leyla Umar’ın eski kocası Refik Erduran hakkında -taammüden ya da değil- mahrem bilgiler vermesiyle başladı.

Erduran’ın annesiyle arasındaki yakın ve marazi sevgi ilişkisini herkese ilan etti.

Güya annesi oğluna ‘Ben senin kocanım’ dedirtiyormuş, onu yatağına alıyormuş, birlikte uyuyorlarmış filan.

Şu anda üvey kızıyla evli ve ondan iki çocuk sahibi olan Erduran da bu lafların altında kalmadı, Leyla Umar’ın bunca yıldan sonra zavallı ve ölmüş annesiyle hangi saikle uğraştığını anlayamadığını söyledi, imalı bir göndermeyle...

Umar da Epsilon’dan yeni çıkan bu anı kitabında bu soruya yine bir soruyla karşılık verdi:

‘Ben de ondan şu sorunun yanıtını bekliyorum: Niçin ‘zavallı’ annesini yıllarca, hele gözleri kör olduktan sonra ölünceye kadar Darülaceze’de bıraktı? Şimdi elinizde benim yaşadıklarım, duygularım var. Ve televizyonlarda Refik’in itiraz söyleşileri. Ama bir şeyler daha var... Yıllardır sakladığım mektuplar...’

*

Size bir şey söyleyeyim mi?

Bu atışmalar, karşılıklı gidip gelen laflar bence tamamen fuzuli teferruat...

Sizi temin ederim elimde tuttuğum bu kitap, bir kavgayı değil bir aşkı anlatmak için yazılmış bir kitap...

Basbayağı eski bir aşkın belgesi bu...

Kilit nokta da mektuplar...

Leyla Umar’ın hepimize anlatmaya çalıştığı şey: ‘Şimdi böyle diyor ama... Bu adam beni sevdi... Çok sevdi... Buyrun bakın, kanıtlar burada...’

Haksız da değil.

Kitabı, daha doğrusu sonundaki mektupları okuyunca, ‘Refik de Refik’miş hani!’ diyorsunuz.

Onlar ne yaratıcı aşk numaraları öyle!

Belki de Leyla Umar’ın annesinin yıllar evvel kendisine söylediği doğru:

‘Kızım sen ondan çok, onun sana yazdıklarına aşıksın!’

Valla, bana biri şimdi yazsa benim de elim ayağım kesilir...

Düşünün ki 40 yıl önce yazılmış...

İşte size bazı örnekler:

‘...Biraz evvel Londra’dan attığın mektubu aldım, dünyalar benim oldu. Kağıdın temasında senin tenini, hışırtısında sesini, kokusunda kokunu aradım. Onları bulamadım ama kelimelerde senin zihnini, mánánı ve sevgini buldum; Leyla Umar’la sevişmenin ne kadar hoş bir şey olduğunu bir kere daha hissettim. Teşekkür ederim canım. (16 Temmuz 1956)’

‘Lilişciğim... Sevgilimi korumak ihtiyacı duydum... Gazetecilikten yeğenliğe kadar ne kadar sıfatın varsa hepsini sıraladım ve kimseden korkmaksızın, hiçbir tesire kapılmaksızın bildiklerimi dosdoğru yazdım... Aleyhindeki mevcut veya muhayyel menfi noktaları düşünüp kendi kendinin keyfini kaçırdığın zamanlarda bu anti-itham muskalarını oku. Hiçbirinde pohpohlama bulunmayıp her kelimesinin doğru olduğuna yemin ederim. (Ve Erduran tek tek aşağıda okuyacağınız her bir maddeye anti-itham muskası yazmış. Yaratıcı bir numara değil de ne?!)

Liliş’i dünya meselelerine ilgisiz ve anlayışsız sananlara:

Liliş’e kötü gazeteci diyenlere:

Liliş’i meslektaşlarına karşı huysuz, kıskanç vesaire sananlara:

Liliş’i başka kadınlara karşı kadınca davranmaz sananlara:

Liliş’i komşuları, dostları ve tanıdıklarına karşı egoist ve geçimsiz olmakla itham edenlere:

Liliş’i babasına karşı kötü evlat sayanlara:

Liliş’i annesine karşı kötü evlat sayanlara:

Liliş’e kötü kardeş diyenlere:

Liliş’e kötü gelin diyenlere:

Liliş’e kötü yeğen diyenlere:

Liliş’e kötü anne diyenlere:

Liliş’e kötü zevce diyenlere:’

(Ve Leyla Umar’a çeşitli armağanlar!)

‘En güç şartlar altında ortaya sıhhatli ve akıllı bir çocuk çıkarmayı başardığı için Liliş’e, 1964 analık armağanı...’

‘60 kilonun altına indiği ve sırf zevk gücüyle harika bir gardırop düzdüğü için Liliş’e 1964 kadınlık armağanı...’

‘Kocasına dünyanın bütün heriflerinin geçirdiğinden daha mesut bir yıl hediye ettiği için Liliş’e, 1964 zevcelik armağanı...’

İhanetle vurulmuş biri, bir daha öncesi gibi kanatlanamaz

Sezen’in son albümünde (Bahane), beni mahveden bir şarkı var:

Kalp Unutmaz.

Sözleri kendisine, düzenlemesi oğlu Mithat Can Özer’e ait.

Bence albümün en iyi şarkısı.

Hakikaten oğlan acayip iyi iş çıkarmış. Aslında bu yazıyı anasına iltifat düzmek için başladım ama yazıyı yazarken şarkıyı da dinliyorum bir yandan, ‘Bu şarkı çok modern olmuş’ diyorum, bu vesileyle Mithat Can’ı da tebrik ediyorum.

Genç bir şarkı olmuş...

O gençliği, o diriliği, dinamizmi, hayata sarılmayı hissediyorsun...

Ama sözlerinden de çok etkileniyorum:

‘Bir daha bir daha dener miyim hiç

Bir daha geriye döner miyim

Araya girenleri el sürenleri

Ben unutsam bu kalp unutmaz

İhanetle vurulmuş biri bir daha

Öncesi gibi kanatlanamaz...’

Şu lafın güzelliğine bakar mısınız:

İhanetle vurulmuş biri bir daha

Öncesi gibi kanatlanamaz...

*

Sezen Aksu işte bu.

Yazdı mı yazıyor.

Yazdıkları ta içimize işliyor.

Ve pek az şarkıcı onun gibi karmaşık duyguları bu kadar basit ve net anlatabiliyor.

Gözünün önünde bir kuş canlanıyor sanki...

Ve birden o kuşun canı gidiyor...

Önünde yere seriliyor...

İyileşse de asla eskisi gibi olmuyor...

Kanadı düşük kalıyor...

Asıl önemlisi bir daha denemeye cesaret edemiyor...

Durup durup, bu şarkıyı dinliyorum.

Hayır, ortalıkta makul hiçbir sebep yok.

Sadece bu şarkı nedense beni yakalıyor.

Müsaade ederseniz, sizi de yakalayacağından eminim...

Pelin’e teşekkürlerimle

Geçen haftaki yazım üzerine Ekşi Sözlük’e gönderdiği yazıyı Pelin bana da mail’lemiş. Yeni doğan bebeklerin babalara benzemesinin evrensel bir şey olduğunu söylemiş. Sebebi üzerine de bir teori geliştirmiş. Ve eklemiş: ‘Kızınızın ilerleyen zamanlarda size benzeme şansı var, kaygılanmayın.’ Buyurun buradan okuyun...

*

‘Şansa bağlı olsa, yeni doğan bebeklerin yüzde 50’sinin anneye, yüzde 50’sinin de babaya benzetileceğini düşünürüz değil mi?

Oysa, öyle değil...

Gerek doğum anında yapılan çekim analizlerinden, gerekse yeni bebek sahibi olmuş çiftlere uygulanan anketlerden, yeni doğan çocukların yüzde 80’inin babaya benzetildiği sonucu çıkıyor. Üstelik bunu babadan çok anne tarafının yaptığı da belirleniyor.

Peki neden?

Bana çok mantıklı gelen şöyle bir açıklama var: Bildiğiniz üzere kadın, doğan çocuğun kendi çocuğu olduğundan her zaman için emindir. Ama aynı güven erkekler için geçerli değil. Bebeğin babaya benzediğini söylemek, ona işte bu güveni vermeye ve onu ilerde bebeğe yatırım yapmaya ikna etmeye yönelik olamaz mı?

Pekálá olabilir.

Bu hipotezimi destekleyen şöyle de bir olgu var: Bebeği babaya benzetme sıklığı ilk çocuklarda daha fazla oluyormuş.

Tabii bir ihtimal daha var: Yeni doğan çocukların hakikaten babaya benziyor olmaları... Bir yaşındakilerin annelerinden fazla babaya benzediklerine dair bulgular var.

Çocukların o yaşlarda babaya daha fazla benzemeleri yine babanın çocuğa gösterdiği maddi manevi ilgiyi güvenceye almaya yarayan bir evrim cilvesi olamaz mı? Kimbilir belki olabilir.’

HAMİŞ: Benim babam da ablam doğduğunda ilk önce parmaklarına bakmış, baş parmağının kendi baş parmağının tıpatıp aynısı olduğunu görünce rahatlamış, ‘Oh!’ deyip hayatına devam etmiş. Eminim, bir sürü erkek de aynı durumdadır...
Yazarın Tüm Yazıları