“Ortadoğu statükosu” bozulunca: Komşularla sıfır sorundan sorunsuz sıfır komşuya...

Günün modası, Türkiye’nin (daha doğrusu iktidarın) Suriye politikasına ağır eleştiriler yöneltmek.

“Günah keçisi”, anlaşılır biçimde, siyasi iktidar oldu ve Suriye politikasının baş sorumlusu olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “hedef tahtası”na yerleştirildi. Suriye’ye karşı “yanlış” yapıldığı eleştirileri giderek artan ve sertleşen bir uslupla dile getirilmeye başlandı.
Davutoğlu’nun formüle etmiş olduğu “komşularla sıfır sorun” politikası ironik eleştirilerden nasibini alıyor. Türkiye’nin şu andaki dış politika görüntüsünün “komşularla sıfır sorun” ile ilgisi kalmadı. Tam tersine, “sorunsuz sıfır komşu” politikasına dönüştü. Mesut Barzani başkanlığındaki Irak Kürdistan yönetiminden gayrı (bu da ayrı bir ironi) Türkiye’nin sorunsuz tek bir komşusu yok. Tüm komşularıyla ağır sorunları var.
“Komşularla sıfır sorun politikasının iflası” giderek Türkiye dışında da yüksek sesle ve alaycı biçimde dillendirilir oldu. Son olarak, Patrick Seale, “The Collapse of Turkey’s Middle East Policy” (Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Çöküşü” başlıklı bir yazıyla devreye girdi.
“Türkiye, Arap Baharı’nın öngörülemeyen sonuçlarının kurbanlarından biri; iddialı Ortadoğu politikası çöktü” hükmünde bulunuyor Patrick Seale. Seale, Türkiye’nin dış politika başarılarını tek tek sıraladıktan sonra, aynı örneklerin daha sonra tam tersine döndüğünü vurguluyor ve şu katı hükmü ifade ediyor:
“’Komşularla sıfır sorun’ yerine, Türkiye, bugün, hemen her cephede vahim sorunlarla yüzyüzedir ve Ahmet Davutoğlu’nun yıldızı sönmüştür. O, artık usta bir stratejist değil, ayakta kalmak için çırpınan amatör bir siyasetçi görüntüsünde.”
Yakın geçmişte, Ahmet Davutoğlu’nun “yeni bölgesel düzen” kurma stratejisinin temel unsurunun “Türkiye-Suriye ortaklığı”na dayandığını hatırlatan Patrick Seale, “çökmüş olan Türkiye’nin Ortadoğu politikası”nın bu “çöküntü”den “çıkış yolu”nu şöyle gösteriyor:
“Türkiye, Suriye politikasını gözden geçirmeli midir? Washington’un (ve İsrail’in) Tahran ve Şam’a yönelik savaşına iştirak etmekten vazgeçmesi ve adım adım daha tarafsız bir konuma yol alması, Ankara’ya kuvvetle tavsiye edilmelidir. BM’nin yeni barış temsilcisi Lakhdar İbrahimi’nin, Suriye çatışmasına barışçıl bir çözüm bulabilmesi için üstlendiği zor görevinde Türkiye’nin yardımına ihtiyacı var. Türkiye’nin Ortadoğu politikasının eski parlak görüntüsünü tekrar ihya etmesinin yolu, bu olacaktır. Türkiye, acilen komşularıyla ilişkilerini yeniden düşünmelidir ve bunların arasında en başta Suriye geliyor.”
Patrick Seale’in bu “değerlendirmesi” ya da eleştirisi, Türkiye’de birçoklarının üzerine atlayacağı cinsten bir “tavsiye” ile noktalanıyor.
Patrick Seale’i yıllar öncesinden gayet iyi tanırım. Hafız Esad’ın, Esad ailesi tarafından onaylanan biyografisinin yazarıdır. Ayrıca, Suriye’deki rejimle sıkı fıkı ilişkiler geliştirmiş bir İngiliz Yahudisi olarak, Suriye ile İsrail arasında kapalı kapılar ardındaki temaslarda da rol almıştır. Kalemini eline aldığı vakit, öncelikli vurgusu, Esad ailesinin ve Suriye’deki rejimin çıkarlarını gözetmektir. Son yazısında yaptığı da bu.
Yani?
Yani, Türkiye’nin Suriye’ye karşı aldığı tavırdan vazgeçmesi ve yavaş yavaş Suriye’ye ve bu arada İran’a yanaşmaya başlaması.
Patrick Seale söylemiyor ama, Türkiye’deki şiddet tırmanışının ve terör olaylarının Suriye’deki durum ve Türkiye ile İran arasındaki “mesafe”nin açılmasıyla doğrudan ilişkisi var. Bağdat’taki Şii kimlikli Maliki rejimiyle de arasının bozuşması, yine İran-Suriye eksenine karşı aldığı tavırla doğrudan bağlantılı.
Patrick Seale söylemese de, yazısının ruhundan şu sonucu çıkartmak da pekala mümkün; demeye getiriyor ki, Türkiye, “PKK belası”ndan nefes almak istiyorsa, Suriye politikasını değiştirmeli ve dolayısıyla İran’ın istediği bölgesel konuma kaymalıdır.
 Yazılanlarla ve gerçek duruma bakıldığında, Türkiye’nin Patrick Seale’in gösterdiği fotoğrafı çok da yanlış olarak yansıttığı söylenemez. Gerçekten, ortada “komşularla sıfır sorun” politikası yok; tüm komşularıyla vahim sorunlarla ve kendi içinde önlenemez bir mecrada yol almakta olan şiddet ikliminin kararttığı “iç sorunlar”la karşı karşıya kaldığı bir durum söz konusu.
Bu fotoğrafa yani “komşularla sıfır sorun politikası”nın yerini “sorunsuz sıfır komşu” politikasına dönüştüğü fotoğrafa ilk işaret edenlerden biriyim. Ancak, ne “komşularla sıfır sorun” politikasının yanlış olduğu kanısındayım, ne de Suriye’ye karşı alınan tavırda bir “temel yanlışlık” olduğuna inanıyorum.
‘Komşularla sıfır sorun” politikasının iki özelliği vardı:
1. Bu, Türkiye’nin Ortadoğu’ya aktif biçimde dönüşünün “tatlandırıcısı” niteliğinde formüle edilmiş bir “kod”dan başka bir şey değildi. Bu haliyle  ve bu kadarıyla anlaşılırsa, bir yanlışlık yoktu.
2. Söz konusu “kod”, Ortadoğu statükosu için geçerliydi. Yani, bu politika formüle edildiği vakit, Ortadoğu’da hangi ülkede hangi rejim varsa, onlarla o mevcut konjonktürde yakın ilişkiler geliştirmeye dayanıyordu.
Bu, şu demektir:
“Ortadoğu statükosu” bozulunca, “komşularla sıfır sorun” politikasının da hükmü kalmaz. “Arap Baharı” adı verilen olağanüstü bir tarihi dönem başlamış, Mısır ve Tunus’ta, ardında Libya’da diktatörlük rejimleri iskambil desteleri gibi yıkılmaya başlamış; “fırtına” gelmiş Suriye’ye Türkiye’nin kapılarına dayanmış. Suriye’deki rejim barışçıl gösteriler yapan halkını acımasızca biçmeye başlamış, Türkiye sınırlarına onbinlerce mülteci gelip dayanmış. Suriye’de halk ayaklanmış. Kısacası, “Ortadoğu statükosu” ortadan kalkmış. Komşular, doğrudan doğruya sizi etkileyen tepeden tırnağa “sorun” haline gelmişler.
Nasıl sürdürebilirsiniz “komşularla sıfır sorun” politikasını? Ya, İran gibi rejimin ve zulmün yanında yerinizi alacaksınız veya başta Suriye, Arap halklarının yanında.
“Ortadoğu statükosu” bozulunca, Türkiye ikincisini seçti.
Türkiye, bugün, Tunus’ta, Libya’da ve Mısır’da diktatörlüğün yerine kurulan yeni rejimler ile en yakın ilişkideki ülke. Suriye’dekiyle değil. Çünkü, Suriye’deki rejim henüz tümüyle yıkılmadı.
Suriye’de bu rejimin ayakta kalabileceğine ve Suriye’nin bir buçuk yıl öncesine geri dönebileceğine inanıyorsanız, Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikasını yerden yere vurmakta yerden göğe haklı olabilirsiniz. Aksi halde, eleştiriler haksızdır ve yanlış yerde durmaktasınız.
Kürt sorununun çözümünde, Alevi sorununu ele alışta yanlışlık yaptıkça, “demokrasiden uzaklaştıkça” kendisini bir tür “Suriyelileştirme”ye başlarsa, Türkiye’nin “yanlışlığı”ndan söz etmenin anlamı olur.
İktidar, işte burada sürekli yanlış yapıyor...
Yazarın Tüm Yazıları