Onu öyle demezler

TÜRK siyasetinde "polemik seviyesinin" giderek düştüğünün son örneğini AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat sayesinde gördük.

Fırat’ın CHP’li Haluk Koç için söylediği "yanlış seksüel tercih içindeymiş gibi hareketleri var" sözlerini de duyduktan sonra şunu söyleyebiliriz:

Artık seviyenin düşüklüğünden değil, ancak "çukurluğundan" söz edebiliriz.

Koç’un "Acıtıyorum galiba" yanıtı da ancak sokak çocuklarının ağız dalaşlarında duyulabilecek kaliteye işaret ediyor.

Bu tablo siyasetteki sadece birkaç oyuncunun kişisel problemi olarak görülmemeli.

Zaman zaman Başbakan’ın, muhalefet liderinin ağzından da bu kadar olmasa bile tartışma terbiyesine sahip insanlara yakışmayacak sözler duymuştuk.

O sözlere belki sadece "argo" deyip geçmek mümkündü ama bu artık hepsinin de ötesine geçmiş bulunduğumuzu gösteriyor.

Artık televizyonların haber bültenlerinden önce ekranlara "Kullanılan ağır dil nedeniyle çocukların izlemesi sakıncalı olabilir" uyarısının da konması gerekiyor.

Kim bilir, belki de bir ara Show TV’nin yaptığı gibi "kırmızı nokta" uygulaması da düşünülebilir.

Ve argo konusunda uzman olan yazarlarımız, siyasetçiler için polemiklerde kullanabilecekleri bir el kitabı yazmalılar.

Kitabın adını da şöyle koymak sanırım uygun olur: "Onu öyle demezler, peynir ekmek yemezler!"

Siyaset ’çözüm bulmak’ için yapılır

TÜRKİYE’nin dört bir yanında ormanlar kül olup havaya savrulurken Orman Bakanlığı yangınlarda yüzde 62 oranında bir artış olduğunu açıkladı.

Dünkü yazımda "Ormanları yönetme sistemimizi yeniden düşünmemiz gerektiğinden" söz etmiştim.

Bakanlığın açıklaması da gösteriyor ki bugünkü sistem her şeyiyle iflas etmiş durumda.

Türkiye kadar orman alanına sahip olan Finlandiya, ormanlardan Türkiye’nin 43 misli para kazanabiliyor.

Üstelik orada iklim nedeniyle bir ağaç 70 yılda kesilebilecek hale gelirken, bizde bu süre örneğin okaliptus için sadece 7 sene. Bir çam ormanının ülkemizin iklim koşullarında 40-45 sene içinde yetişkin hale gelebildiğini bir yerde okumuştum.

Buna rağmen Türkiye’nin orman alanları her yıl azalırken, Finlandiya her yıl 83 milyon metreküp değerinde bir büyüme sağlayabiliyor.

Türkiye’de orman alanının yaklaşık yarısı "bozuk". Bunu düzeltmek için gerekli para tutarı da 10 milyar doları buluyor.

Devlet bu yatırımı yapamıyor, bu yatırımı yapabilecek özel şirketlere ise fırsat verilmiyor.

Kısacası, ormanları ve orman köylüsünü korumak için uyguladığımız politika iflas etmiş durumda.

Ne orman köylüsünü refaha kavuşturabiliyoruz, ne de ormanlarımızın kül ve duman olup havaya uçmasına engel olabiliyoruz.

Siyaset, ülkenin sorunlarına çözüm bulmak için yapılan bir işse ve iktidara gelmek ülkenin sorunlarını çözme fırsatını elde etmekse hükümetin de artık bir şeyler yapması gerekiyor.

Yeni Mercümekler çıkmasın!

İSRAİL’in Lübnan’a saldırmasının ardından ortaya çıkan vahim ve insanın içini acıtan görüntüler, Türk kamuoyunun dikkatini Filistin’e yöneltti.

Artık stadyumlarda bile maçlardan önce Filistin’e yardım pankartları açılıyor, insanlar güçlerinin el verdiğince açılan yardım kampanyalarına bağışta bulunuyor.

Son günlerde ellerinde makbuzlarla dolaşan, vapur iskelelerinde, camilerin kapısında yardım masaları kuran garip kılıklı kişiler görüyorum.

Ve aklıma ister istemez Bosna’ya yardım için toplanan paraların akıbeti geliyor.

Filistin’e yardım topladığını ileri süren bu kişiler ve kuruluşlar yeterince denetleniyor mu, toplanan bu yardımların yerine ve doğru kişilere ulaşacağı nasıl garantiye alınıyor merak ediyorum.

Ne yazık ki ülkemizde bu tür "fırsatları" kişisel ve örgütsel hesapları için kullanmaya hevesli çok insan var.

Yetkili makamlardan izin alınmadan bu tür yardım toplanmasının mümkün olmadığını biliyoruz.

Acaba yardım toplama izini veren makamlar, toplanan yardımların nereye gittiğini de denetlemek ihtiyacı duyuyorlar mı?
Yazarın Tüm Yazıları