Ölüm Viyanalı değil Meksikalı olmalı

Geçtiğimiz hafta Viyana’ya gelir gelmez, önce Cumhuriyet Bayramı için verilen resmi davetlere katıldım, sonra bizimkilere ne var, ne yok, diye sordum. "Bizimkiler", ne var, ne yok denince tiyatro, opera anlamaz. Varsa yoksa polis, uyuşturucu, cinayet vs... Tabii, bir de yaklaşan Ölüler Günü. Merak etme, dediler, bu sefer seni Meksikalılara götüreceğiz, çok eğleneceksin.

Avusturya, her geçen gün, Amstetten’li ensest canavarı 73 yaşındaki Josef Fritzl hakkında yeni şeyler öğreniyor. Geçtiğimiz nisanda, bir hastanenin aciline getirilen 19 yaşındaki genç kız sayesinde akıl almaz bir gerçek ortaya çıkmıştı. Kardeşleri ve annesiyle birlikte yıllardır evinin bodrumunda tutulduğu anlaşılmış ve çocukların babasının, öz dedeleri Josef olduğu, DNA analizleriyle kanıtlamıştı.

Meğer Josef, sadece kızı ve torunlarını hapsetmekle kalmamış, kendi annesini de, 1980 yılındaki ölümüne dek, pencerelerini ördüğü bir odada tutmuş. "Kadınlar beni sevmedi, intikam almak istedim" diyen Fritzl hakkındaki psikiyatri raporu, 22 Ekim’de St. Pölten eyalet mahkemesine gönderildi. Dr. Adelheid Kastner, Fritzl ile altı kez görüştükten sonra kaleme aldığı 130 sayfalık raporunun sonuç bölümünde, adamın yaptıklarının idrakinde olduğunu ve gelecekte benzeri suçları işleyebileceğini bildiriyor. Bu durumda Josef Fritzl’e, Avusturya’nın tek akıl hastanesi niteliğindeki cezaevi olan Göllersdorf’un yolu görünüyor.

Ülkenin kuzeydoğusundaki Hollabrunn yakınlarındaki, 14. Yüzyıl’dan kalma bir şatonun içinde faaliyet gösteren bu kurumda, halen 120 kadar mahkûm, tıbbi ve psikolojik destek görmekte. Göllersdorf’un şimdilik en ünlü misafiri, 20 yaşındaki Alman genci Robert Ackermann. Robert, evinde kahvaltı ederken yakalandığında, ağzı, burnu kan içindeydi. Sofradaki tabakların birindeki dilin, diğerindeki beynin sahibi 49 yaşındaki kimsesiz ve evsiz Avusturyalı, odanın ortasında boylu boyunca yatmaktaydı.

Josef Fritzl’in, Göllersdorf’a gönderilme olasılığı, Adalet Bakanı Maria Berger’in tasarruf amaçlı özelleştirmelerini yeniden gündeme getirdi. Bakan, 15 psikiyatri uzmanı kadrosunun yılbaşında kaldırılacağını, hizmetin satın alınacağını, böylelikle hasta başına her gün 350 Euro tasarruf edileceğini bildirmişti. Meslek kuruluşları, özelleştirmenin güvenlik zaafına yol açmasından kaygı duyuyor.

YENİ EMNİYET MÜDÜRÜ VE ÇOCUK SUÇLULAR

Meslektaşlarımın hararetle tartıştığı diğer konular, İçişleri Bakanı Dr. Maria Fekter’in, Viyana emniyetinin başına emekliliği gelen Karl Mahrer’in yerine kimi atayacağı ve kent genelinde geçen yıla oranla suç sayısında % 6’lık bir azalma gözlendiği halde, çocuk suçluluğundaki % 30’luk ani artışla nasıl başa çıkılacağı. Bakan hanım, çocuk suçluluğunu caydırmak amacıyla, ilkokul öğrencilerinin çocuk tutukevlerine ziyarete götürülmesini, ayrıca okul içlerine video kameraların yerleştirilmesini önermişti. Bunlardan ilkine, az sayıda okul yönetimi uydu. Okul içlerine video kameralarının yerleştirilmesi ise Avusturya Kişisel Verileri Koruma Komisyonu’nca uygun bulunmadığından, hayata geçmedi.

Cenaze İşleri Müzesi ve Kanlı Tarihler Sergisi

Cenaze İşleri Müzesi’nde, ölüm sonrası ile ilgili ne ararsanız var. 1780’lerde İmparator 2. Josef’in, "Her cesede bir tabut gereksiz" diyerek kullanılmasını emrettiği, ama taraftar bulmaması bir yana, Güzel Cenaze (Schöne Leich) geleneğine uymadığından, ufak çaplı halk ayaklanmalarına dahi yol açan altı kapaklı "ekonomik" tabutlar; ölenin genç ya da ihtiyar, zengin ya da fakir oluşuna göre değişen renkte tabut örtüleri, 1854’te Viyanalı Heinrich Laruelle’in çektiği, şık giysiler içindeki makyajlı ceset fotoğrafları, cenazenin geçeceği yola bakan pencereleri kiralamakta kullanılan afişler gibi, aklımızın hiç alamayacağı bin kadar malzeme sergileniyor.

Ölmeden gömülmekten herkes korkar. Uzun sicime bağlı bir çanın çok ilgi çekmesi bu yüzden. Sicim ölenin parmağına bağlanırmış. Dirilirse mezarlık sorumlusunun başucundaki çan çalarmış. Kendisini garantiye almak isteyenlerin bulduğu bir başka çözüm, iki yanı keskin uzunca bir bıçak. Günümüzde bile pek çok kişinin, tabuta konmadan önce, böylesi bir bıçağın kalbine saplanmasını vasiyet ettiği, Avusturya yasalarının buna olanak sağladığı söyleniyor.

Ölüler Günü’nün bir diğer etkinliği, Ulusal Kütüphane’deki "Kanlı Tarihler" sergisiydi. Kabil’den bu yana, cinayet, işkence, soykırım gibisinden ne kadar felaket yaşanmışsa belgeler, kitaplar, resim ve fotoğraflar eşliğinde sunulmuştu.

Avusturyalıların, 3-5 yaşındaki çocuklarını, her yanından kan damlayan bu sergiye getirmiş olması dikkatimi çekti. 16. Yüzyıl’dan kalma gümüş tepside, Vaftizci Yahya’nın ahşaptan yapılmış temsili başını ve 1470 tarihli bir kitaptaki, tepe aşağıya asılmış, çıplak İbrani peygamberini testereyle kesen iki adamı gören ya da çocuk yiyen Güney Amerika yerlileri ile Viyana kapılarındaki vahşi Türklerin resmedildiği tabloları dakikalarca seyreden küçücük çocukların, yarın öbür gün yönetecekleri Avrupa’da, sevgi ve hoşgörünün hüküm sürmesi mümkün mü?

İYİ Kİ MEKSİKALILAR VAR

Viyana’daki Ölüler Günü’nün en güzel sürprizi, geceyi, bir otelde 25 kadar Meksikalıyla birlikte noktalamak oldu. Sayısız mumun aydınlattığı, biraz tarçın, çokça portakal kokulu odaya girdiğimde, ilk dikkatimi çeken, yüzü iskelet maskeli, geniş şapkalı adamların yüksek bir sesle şarkı söylemesi oldu. Odanın ortasındaki turuncu örtülü sehpanın üzerinde, tepelerine mor çiçekler tutturulmuş, kafatası görünümündeki cisimlere hayretle baktığımı fark eden biri, "Ölüler turuncuyu görür" dedi, "Yollarını kolay bulsunlar diye örtünün rengi turuncu. Bunlar da calavera de azucar, yani şekerden kafatasları. Hem ölümün acısını, hem hayatın tadını birarada simgeler."

Bir başkası, kafatasların üzerindekilerin şekerden "amarant" çiçekleri olduğunu söyledi. Yaprağı da, tohumu da yenen amarant, atalarının besin kaynağıymış. Aynı zamanda, bir Aztek tanrısına da sunulurmuş. 500 yıl önce topraklarını işgal eden ve yerlileri Hıristiyanlaştırmak isteyen İspanyollar, dini önem taşıyan amarant’ın ekimini de yasaklamışlar, bu yüzden milyonlarca yerli açlıktan ölmüş. Ölüler Günü’nde şekerden amarantlar, Meksikalılara atalarını hatırlatırmış.

Zaman zaman kapkara saçlı, rengarenk uzun etekli genç bir kadının dolaştırdığı şişkin ve yuvarlak, kimi portakal, kimi susam kokan, üzerine toz şekeri serpilmiş sütlü ekmeklere "Ölü ekmeği" dendiğini öğrenmek beni biraz daha şaşırttı.

Duvar boyunca sıralanmış masalara sebze ve meyve çanakları yerleştirilmişti, aralarında küçük bebekler, sarı çiçekler, bira ve tekila şişelerinin yanı sıra, çok sayıda fotoğraf duruyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde, fotoğraflardaki ölülerin gelerek yiyecekleri tadıp, içkileri içeceğine, çocukların oyuncaklarla oynayacağına inanıyorlardı.

Ayrılırken, göz ucuyla masalara baktım. Her şey yerli yerindeydi, belki daha sonra gelmişlerdir. Ancak, size bir tavsiyem var. Günün birinde fırsatınız olursa, 1 ve 2 Kasım’da ya Meksika’da olun ya da Meksikalıların bulunduğu bir yere gidin. 2500-3000 yıl öncesinden kalma bir Aztek geleneğini sürdürerek, ölümden korkmadan, hatta ölümle dalga geçerek, ama ölülerini sevgi, saygı ve keyifle nasıl andıklarına tanık olun.

Ölüm teması para kazandırıyor

Viyanalılar, yaşamasını ve eğlenmesini çok sever ama, ölüm temasından da garip bir biçimde hoşlanırlar. Belki bunda, 1348 ile 1713 arasında 9 kez kırıldıkları veba salgınlarının rolü var. Heurigen adı verilen tavernalarda, hep birlikte kolkola girilerek söylenen, 200 yıllık ünlü halk şarkılarından biri (O, du lieber Augustin), 1679 salgını sırasında sızıp kalan Augustin’in, öldü sanılarak atıldığı bir ceset çukurunda gözlerini açtığında, dışarıdakilere sesini duyurmak için çalıp söylediği, eğlenceli bir ezgidir. Ancak taze şarabın etkisi arttıkça şarkılar duygusallaşır, ölümden söz etmeye başlar. "Şarap hep kalacak, ama biz gitmiş olacağız" diye başlayan "Es wird ein Wein sein, und mir wer’n nimmer sein" ya da Georg Kreisler’in "Ölüm, bir Viyanalı olmalı, aşk ise bir Fransız" şarkısı söylenmeden masadan kalkılmaz.

İnsanın yıkıcı, yok edici dürtülerini "Todestrieb" kavramıyla açıklamaya çalışan Dr. Sigmund Freud’un Viyanalı olması, bir başka psikiyatri uzmanı Erwin Ringel’in, dünyanın ilk intiharı önleme merkezini burada açması, bir rastlantı olmasa gerek.

Viyana yıl boyunca, mezarlık, müze ve sergilerle ölüm konusunu hep gündemde tutuyor. Ölüm turizmi, ölülerin anıldığı 1 Kasım’larda doruğa çıkıyor. Bu arada Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Cenaze İşleri Federasyonu EFFS’nin merkezinin, Viyana’da olduğunu söylemeden geçmeyelim.

VİYANA NEKROFİLLER İÇİN AFRODİZYAK

Avusturyalı şarkıcı, yazar ve aktör Franz Andre Heller, Viyana için "Nekrofiller için afrodiziyak" demişti. Yani, ölülere karşı cinsel istek duyanları uyaran bir ilaç. Heller’in bu yargıya nasıl vardığını bilemem ama, Viyana’nın 53 mezarlığından sadece birinde bile 3 milyon kişinin gömülü olduğu düşünülürse, pek de haksız sayılmaz.

1 Kasım Cumartesi günü resmi tatildi. Ferry Dusika stadyumundaki "en güzel kedi" yarışmasından daha iyi bir şey bulamadığımdan, dostlarımın, "Önce merkez mezarlığa, ardından Cenaze İşleri Müzesi’ne gidelim, sonra Ulusal Kütüphane’deki sergiyi gezeriz, akşam da Meksikalılarla eğleniriz" teklifine, pek iç açıcı olmasa da, karşı çıkamadım.

Merkez mezarlık, yani Zentralfriedhof, hiç de merkezde değil, Schwechat havaalanı yakınlarında. 2.5 milyon metrekarelik alana yayılan mezarlık (Karacaahmet, 690 bin metrekaredir), halen Avrupa’nın, Hamburg Ohlshof’dan sonraki ikinci büyük mezarlığı. Ancak gömülenlerin sayısı açısından, en kalabalığı. Normal günlerde mezarlığa özel araçla girmek mümkün. Aracı olmayanlar, her yarım saatte bir kalkan mezarlık otobüsüyle yakınlarının ya da merak ettiklerinin mezarına ulaşabiliyor. Ölüler Günü’nde ziyaretçi sayısı 300 binin üzerine çıktığından otobüs çalışmıyor. Hava kapalı ve yağışlı, mecburen yürüyoruz. Daha doğrusu yürümeye çalışıyoruz. Çünkü iğne atsan yere düşmez. Millet çoluk çocuk, pikniğe gidercesine burada. Hemen girişte kestaneciler, sosisçiler, içeride çalgıcılar, 3-4 kişilik küçük korolar, maddi manevi ihtiyaçları gideriyor.

Merkez mezarlıkta kimler yok ki, Hıristiyanlar, Budistler, Yahudiler, Müslümanlar hep birarada. Aslında Müslümanların, 20 yıl süren tartışmalardan sonra, nihayet 3 Ekim 2008’de açılan, sadece kendilerine ait bir mezarlıkları var. Viyana’nın 23. bölgesindeki mezarlığa dört bin kişi defnedilebilecek, ancak cenazeler İslami esaslara göre değil, Avusturya yasalarının öngördüğü biçimde tabutla toprağa verilecek.

MEZARLIK TURİSTLERİ

Benimle birlikte olanların hiçbirinin burada bir yakını yok. Bizler mezarlık turistiyiz. Avusturyalı müzisyen Falco’nun mezarını görmek istiyorum. "Der Kommissar" ve "Rock Me Amadeus"la yıllarca listelerde kalan Falco, 1998’de, kanında 1.5 promil alkol, kokain ve esrar bulunur şekilde Dominik Cumhuriyeti’ndeki bir trafik kazasında ölmüştü. Sultanahmet Meydanı’ndaki Mısır Dikilitaşı’nı andıran ve diğerlerinden en az 4-5 kat yüksek olduğundan hemen fark edilen mezartaşına, kalabalıktan yaklaşmak mümkün olmadı.

Viyana’da ölenler, merkez mezarlığın yakınındaki krematoryumda yakılabiliyor. Küller, özel çanaklara konuyor. Futbol fanatikleri için takımının renklerini taşıyan top şeklinde çanaklar, Tuna Nehri’nde gömülmek isteyenlere suda çözünen malzemeden üretilenler sunuluyor.
Yazarın Tüm Yazıları