Öldüren başağrısı

Tüm zamanların en çok okunan polisiye yazarı Agatha Christie, her iki dünya savaşı sırasında, eczanelerde gönüllü Kızılhaç hemşiresi olarak çalıştığından olsa gerek, zehirlere çok düşkündü.

Nitekim yazdığı 66 roman ve 168 kısa öykünün 70’inde, cinayet aracı olarak zehir kullanması bunu destekler. 50 yıl boyunca yazdıklarında, bilimsel verilere çok yakın bir doğrulukta, arsenik, morfin, klor, striknin ve talyum zehirlenmelerinin belirti ve etkilerini kaleme alan Agatha Christie için, siyanürün özel bir yeri vardı. Tam 13 kişiyi siyanürle öldürdü. Elbette, her seferinde katilin kim olduğu bulundu. Ne yazık ki, gerçekler her zaman romanlara uymuyor.
/images/100/0x0/55eb4cfbf018fbb8f8b861c4
1982 sonbaharıydı. Chicago’da hava soğuk ve nemliydi. Küçük kızın boğazı ağrıyor, burnu akıyordu. "Top oynarken üşütmüş olmalısın" dedi annesi. Kızına bir kapsül Tylenol verdi ve tekrar yatırdı. Sabah 7’ye doğru, banyodan gelen bir gürültü duydular. Yerde yatan çocuklarını hemen hastaneye götürdüler. 2 saat sonra, küçük Mary Kellerman artık nefes almıyordu. Doktorlar, ani bir kalp yetmezliğinden şüphelendiler. Otopsi bulguları çok daha farklı bir sonuç verdi. Siyanür zehirlenmesi.

Aynı gün öğleden sonra, kentin bir başka yerinde, bu kez postacı Adam Janus’un başı ağrıyordu. Bir kapsül Tylenol aldı. Bir saat geçmemişti ki, tansiyonu düştü, gözbebekleri büyüdü. Northwest Hastanesi aciline girerken, nefes almıyordu. Eve dönen kardeşi ile karısının başı öylesine ağrıyordu ki, "İyi gelir" diyerek, Adam Janus’un Tylenol’lerinden birer tane aldılar. Ambülans yine geldi. Kardeş, sabaha karşı, gelin ertesi gün öldü.

Acil sorumlusu Dr. Thomas Kim, aynı aileden üç kişinin ölümüne, zehirli bir gazın neden olabileceğini düşündü. Rocky Mountain Zehir Merkezi’ni aradı. Dr. John Sullivan, siyanür aranmasını önerdi. Haklıydı. Her üçünün kanında siyanür bulundu.

DİKKATLİ BİR İTFAİYECİ

Genç itfaiyeci Philip Cappitelli, 30 Eylül günü izinliydi. Bir yandan ufak tefek tamir işleri ile uğraşıyor, bir yandan polis radyosunu dinliyordu. Northwest Hastanesi’nde ölen Janus’ların siyanürden zehirlendiklerini duyduğunda, bir gün önceki anonsu hatırladı. Siyanürden zehirlenen küçük Mary’nin ölmeden önce Tylenol aldığı bildirilmişti. Janus’lar da Tylenol almış olabilirdi. Hemen amirlerini aradı. Birkaç saat sonra, Chicago polisi, her iki evde el konan Tylenol’lerin bazı kapsüllerinde asetaminofen yerine siyanür bulunduğunu açıkladı. Hem de bir kişiyi değil, onlarcasını öldürecek kadar. İtfaiyeci Philip Cappitelli’nin, 10 milyonluk Chicago’nun polis radyosu anonsları arasındaki bağlantıyı kuran dikkati olmasaydı, kimbilir daha kaç kişi siyanürlü Tylenol’lerin kurbanı olacaktı. İtfaiyeci daha sonra polis oldu. Halen Chicago’da görevli.

Birkaç saat içinde, Johnson&Johnson firması, piyasa değeri 125 milyon dolara varan 31 milyon Tylenol kutusunu toplamaya başlamış, Amerika’nın bütün doktor, hastane ve ilaç depolarına ulaşarak durumu bildirmiş, ücretsiz bir başvuru hattı oluşturmuştu bile. Sokaklarda megafonlarla Tylenol’lerin kesinlikle kullanılmaması anons ediliyordu. Buna rağmen, dört çocuk annesi Mary Reiner’in, United Airlines Havayolu şirketi hostesi Paula Prince’in ve Mary McFarland’ın birer Tylenol alması engellenemedi. Kurban sayısı yediyi bulduğunda, ulusal radyo ve televizyon kanalları durmaksızın tehlikeyi haber veriyordu. Amerika’nın dört bir yanındaki milyonlar panikteydi.

Binlerce Tylenol şişesinde siyanür arandığı halde (özel bir kimyasalla ıslatılan küçük bir kağıt parçası, şişenin içine tutuluyor, siyanür buharı varsa maviye dönüyordu), Chicago dışında siyanürlü Tylenol’e rastlanmadı, başka ölen de olmadı.

Siyanürlü ilaçların seri numaralarından, Johnson&Johnson’un her iki fabrikasında, 4 ayrı partide imal edildikleri ve zehrin fabrika içerisinde konmadığı saptandı. Anlaşılan katil, birkaç aylık bir süre içinde Chicago’nun 5 ayrı yerinden satın aldığı Tylenol’lerin içindeki bazı kapsülleri açmış, içlerine siyanür doldurmuş ve kutuları yeniden raflara yerleştirmişti.

TYLENOL TEKRAR ŞAMPİYON

Ülke genelinde yaşanan panik, beraberinde Chicago olayının kopyalarını da getirdi. Birkaç ay içinde, ürünün açılıp içine zararlı şeyler katıldığı iddiasıyla 270 soruşturma açıldı. Bunların üçte birinin gerçek olduğu ortaya çıktı. Binlerce kişi, aldıkları gıda ya da ilaçtan sonra ortaya çıkan başağrısı ya da bulantı şikayetlerini, zehirlenmeye bağlayıp hastanelere koştu.

Jerry Della Femina gibi pazarlama guruları, bundan böyle dünyanın hiçbir yerinde Tylenol markasıyla ilaç satılamayacağını iddia ettilerse de, Johnson&Johnson, 11 Kasım 1982’de Tylenol’ü -şişe kapaklarını, açıldıklarında anlaşılacak biçimde değiştirmiş biçimde- yeniden piyasaya sürdü. Başarılı kriz yönetimi, reklam kampanyaları ve medyanın desteği sayesinde, bir ay geçmeden, cinayetler öncesindeki pazar payının yüzde 90’ını yeniden yakaladı. 1983 Mayısı’nda çıkan Tylenol Yasası ile, kapsül şeklinde satışa sunulan bütün ilaç kapaklarına, açıldıklarında anlaşılacak biçimde imal zorunluluğu kondu.

Amerika genelinde Tylenol teröristinin peşine düşen polis, birkaç hafta sonra ilk şüpheliyi sorguya çekti. Şüphelenmek için haklı nedenleri vardı. Kimyacı olduğu halde, ecza depolarından satış noktalarına Tylenol dağıtımı yapan bir şirkette teslimat elemanı olarak çalışıyordu ve siyanürlü ilaçların satın alındığı yerlere de Tylenol götürmüştü. Evi arandı. Değişik silahların yanı sıra, Tayland’a bir uçak gidiş bileti ve bir de kitap buldular. Kitabın adı, daha da şüphe çekiciydi: Zehirli Kapsülle Cinayet. Ancak kimyacının, Tylenol cinayetleriyle ilgisi kanıtlanamadı. Ruhsatsız silah bulundurmaktan 6 bin dolar para cezasına çarptırıldı.

Cinayetlerden hemen sonra, Johnson&Johnson firması, New York’tan postalanan ve Tylenol cinayetlerine son vermek için 1 milyon dolar fidye isteyen imzasız bir mektup aldı. Polis, kağıdın üzerindeki parmakizlerinin, yaşlı bir kişiyi öldürmekten ve mücevher hırsızlığından aranan Kansaslı muhasebeci James W. Lewis’e ait olduğunu öne sürdü.

Kuzeyden güneye tüm eyaletlerin polis birimlerine, gazete bayii ve kütüphenelerine Lewis ile karısının fotoğrafları asılarak aranmaya başlandı. Kısa bir süre sonra New York Halk Kütüphanesi’nden bir memur, Lewis’in binada olduğunu haber verince, yakalandı. Chicago polisi belge inceleme birimine göre, mektuptaki el yazısı Lewis’e aitti. Aynı günlerde Başkan Ronald Reagan’a postalanan ve vergileri indirmezse Tylenol’lere siyanür katacağını bildiren tehdit mektubundaki yazının da, Lewis’in eli ürünü olduğu ortaya çıktı. Lewis, aylardır karısı ile birlikte New York’ta bir otelde kaldığını ve kenti hiç terk etmediğini kanıtlayabildi. Savcı Jeremy D. Margolis bu nedenle, onu cinayetlerden sorumlu tutamadı. Diğer suçlarından 20 yıla mahkum edildi. 13 yıl yattıktan sonra 1995’te şartlı tahliye edildi.

KRİMİNAL PROFİL YETERSİZ

Bu arada FBI’ın efsanevi kriminal profilleme uzmanı John Douglas, Tylenol teröristinin kişiliği, davranış ve yaşam biçimine ilişkin bir rapor hazırlamıştı. Faili, 20-30 yaş arasında, beyaz, erkek, kurbanları tanımadığından aşk, kıskançlık, nefret motifli olmayan, muhtemelen toplumun geneline kin duyan, düzenden şikayetçi, bu nedenle tehdit mektupları yazmış ya da yazacak, okulda, işinde başarısız ve siyanüre ulaşabilecek mesleğe sahip bir kişi olarak tanımladı.

Chicago Polisi, soruşturmayı bu profile göre yönlendirdi. Katil bir türlü bulunamayınca, başarısızlığın faturası, dünyanın pek çok polis teşkilatına benzeri birimler kurmuş, onlarca profilci yetiştirmiş, birçok seri katili bu sayede yakalatabilmiş FBI’ın profilleme birimine kesildi. Yanlış profil nedeniyle, polisin gerçek faili elinden kaçırdığı inancı yaygınlaştı.

Kimilerine göre, katil, başka suçlardan mahkum edilen, ancak cinayetlerle bağlantısı kanıtlanamayan Lewis’ti. O hapse girdikten sonra Tylenol cinayetlerinin de arkasının kesilmesi, buna bağlandı.

Aradan 4 yıl geçti. 1986’da kabus yeniden başladı. New York’ta, üstelik kapağı yeni yasaya göre açıldığında anlaşılır biçimde imal edilmiş bir şişeden 2 Tylenol kapsülü alan bayan Diane Elsroth siyanürden zehirlenip ölünce, herkesin aklına iki olasılık geldi. Ya Chicago katili yakalanamamış ve tekrar harekete geçmiş ya da onun kopyaları ortaya çıkmıştı. Tylenol katili ya da katilleri hálá aranıyor.

Bu sefer siyanürlü ExcedrIn

1986 Haziranı’nda ülkenin kuzey batısında Seattle’de, Bristol-Myers ilaç firmasının Excedrin (asetaminofen içeren ve reçetesiz satılan ağrı kesici) adlı ilacından bir kapsül yutan Sue Snow, aniden öldü. Otopsiyi yapan Dr. Janet Miller, acıbadem kokusundan kuşkulandı. Haklıydı. Sue Snow siyanürle zehirlenmişti. (Yeri gelmişken belirtelim, insanların yüzde 40 kadarı, genetik nedenlerle, siyanürün acıbadem kokusunu alamaz). Bu kez, ülke genelinde ilaç toplatma sırası Bristol-Myers’teydi.

Polis önce Sue’nun kocası Paul’den şüphelendi. Yalan makinesi testinden geçince serbest bırakıldı.

Ertesi gün Stella Nickell adlı bir kadın, polisi aradı, evlerinde iki kutu Excedrin olduğunu, 12 gün önce aniden ölen ve yapılan otopside kalp yetmezliğinden öldüğü sonucuna varılan kocasının, bu ilaçtan zehirlenmiş olabileceğini anlattı. Gerek ölenin hastanede hálá bulunan kan örneğinde, gerekse evindeki her iki kutu Excedrin’de siyanür bulundu. Bu durum, soruşturmada görevli 60 polisten biri, 43 yaşındaki deneyimli dedektif Jack Cusack’ın şüphesini çekti. Washington, Oregon, Idaho ve Alaska eyaletlerinden toplanan 740 bin Excedrin kutusundan sadece beşi siyanürlüydü ve ne gariptir ki bunların ikisi Nickell’lerin evindeydi. Kocasının özel bir yaşam sigortası vardı. Kazaen ölürse, eşine 175 bin dolar ödenecekti. Acaba bu para için kocasını öldürmeyi hedefleyen Stella Nickell, duruma bir seri cinayet süsü mü vermek istemişti!

Dedektif Cusack, bu varsayımlarını bir bilirkişi raporu ile birleştirince, Stella Nickell’i tutuklattı. Bilirkişi, FBI’ın kimya-toksikoloji birimi yöneticisi Roger Martz’dı.

KATİLİN AKVARYUMU VAR

Martz, Nickell’lerin evindeki ilaç kapsüllerinde, potasyum siyanürün beyazlığı arasında, 2-3 adet yeşil renkte kristale rastladı. Bunların, akvaryumlarda üreyen su yosunlarını temizlemekte kullanılan, Aquarium Pharmaceuticals firmasının ürettiği Algae Destroyer olduğunu buldu. Raporunda potasyum siyanürün, boşalmış bir Algae Destroyer kabı içerisinde muhafaza edilmiş olduğunu kaydetti. Bu rapordan yola çıkan Dedektif Cusack, şüpheli Stella Nickell’in sadece bir akvaryumunun olduğunu değil, cinayetlerden hemen önce akvaryum malzemeleri satan Sandy Scott’un dükkanından Algae Destroyer satın aldığını da saptadı. 18 Kasım 1986’da, Stella, yalan makinesi testinden geçemedi. Katil olduğu bunlarla kanıtlanamadı ama tutukluluğu sürdü.

2 ay kadar sonra Stella’nın kızı dedektif Cusack’a yepyeni bir bilgi verdi. Üvey babasını öldürmeyi planlayan annesinin, bu amaçla halk kütüphanesinde siyanürle ilgili araştırmalar yaptığını söyledi.

FBI, Seattle halk kütüphanelerinden birinde, Stella’nın adına çıkartılmış bir okuyucu kartına ulaştı. Okuduklarının arasında "Öldüren Hasat" adlı biri dikkati çekti. Zehirli sebzeler, meyveler, meyve çekirdeklerini konu eden kitabın, siyanür zehirlenmelerinin anlatıldığı sayfalarında, Stella’nın çok sayıda parmakizine rastlandı.

2 CİNAYETTEN 90 YIL ALDI

Bu tür kitapları, evinde beslediği hayvanları tehlikelerden korumak için okuduğunu ileri sürse de, Stella Nickell, 9 Aralık 1987’de, hem kocasını hem de Sue Snow’u öldürmekten 90 yıl hapse mahkum edildi. 2018’den önce denetimli serbestliğe hükmedilemeyecek.

Stella Nickell Davası, adalet tarihine, ambalajlı bir ürünün içerisine zehir konarak işlenen ilk cinayet davası olarak geçti. Laboratuvarında bir süre incelemelerde bulunduğum meslektaşım Roger Martz, yeşil kristalleri görmeseydi eğer ya da gördüğü halde ne olduklarını saptayamasaydı, büyük bir olasılıkla Tylenol cinayetleri gibi, kusursuz cinayetler arasında yer alacaktı.

Aradan 20 yıl geçti. Stella Nickell, hálá suçsuz olduğunu iddia ediyor. Emekli polis, özel dedektif Al Farr, onun bu iddiasını kanıtlamaya çalışıyor.
Yazarın Tüm Yazıları