Nereden nereye ve nasıl

TÜRKER Alkan önceki günkü makalesinde şu saptamayı yaptı:

"AKP’nin başarısını ’faşist, Jakoben Atatürkçülüğün’ yenilgisi olarak görenler var. Bu, yanlış ve haksız bir tavır. Aksine, demokrasideki her ilerleme Atatürkçü başarıdır".

"Radikal" yazarı daha sonra da çevredeki ülkelerin elimize su dökemeyeceğini kaydederek, bu ayrıcalığımızı Kemalist devrime borçlu olduğumuzu vurguladı.

Doğrudur ve ha-ya-ti bir terminoloji ayrışması hariç, öze tamamen katılıyorum.

***

ÖYLE ve de inkár eden çarpılır, çünkü eğer bütün bir ulus olarak 22 Temmuz 2007 günü "sivil zafer" kazandıysak, bunu esas itibariyle "Cumhuriyet Devrimi"mize borçluyuz.

Ne o Devrim’in Jakoben payanda üzerinde inşa edilmiş; ne de tek parti iktidarının ve ideolojisinin çok uzun süre hükümránlık sürdürmüş olmaları, bu kesin gerçeği değiştirebilir.

Nankör civciv misáli kibrin álemi yok, siyaset pratiği gökten zembille inmez. İnmiyor.

Hele hele, Batı tipi sivil geleneklerden son derece farklı seyir izlemiş toplumlarda, aynı Batı düşüncesinin bir parçasını oluşturan "demokrasi terbiyesi" hiç mi hiç inmiyor.

***

DOLAYISIYLA yine doğru, temeli demokratik olmasa bile, bırakın Ortadoğu’yu, ülkemiz çoğulcu rejimi Rus ve Kafkas coğrafyalarından da çok daha fazla özümsemiştir.

Zaten şu kadarını örnek vereyim, yukarıdaki ülke seçimlerini her izleyişinde "berbat" diye feryát eden Avrupa Konseyi heyeti Ankara dönüşü, "hayranlık derecesinde etkilendik ve Türkiye demokrasisinin ne denli kökleştiğini tekrar gördük" diye açıkladı.

Ve bütün bunlar bir çırpıda gerçekleşemeyeceği içindir ki, Cumhuriyet’in; háttá Tanzimat ve Meşrutiyetler’in yarattığı büyük birikime minnet ve şükrán borçluyuz.

Ancaaak!

***

ANCAĞI şu ki, bunlar artık "repüblikanizm" denilen "cumhuriyetçilik" veya "Kemalizm" yahut "Atatürkçülük" tábir edilen kısır ideolojilerle kalıp kılınamaz.

Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal’e sonsuz medyûnuz ama ideolojik defterler kapandı.

Çünkü bir; ideolojiyle donatılan ve üstelik Türkiye’deki gibi "dokunulmaz" (!) tabuya dönüştürülen her şey durağanlık demektir. Hayatın istop ettirilmesi anlamına gelir.

Oysa zaten demokrasinin bizzat kendisi bir "anti-ideolojidir". Tabudan sıyrılmıştır.

İki; aslında Mustafa Kemal Atatürk ideolojisi yoktur. Asla dogması olmamıştır.

"Atatürkçülük" ve "Kemalizm" onun fetişi etrafında ve "ona rağmen" üretilmiştir.

Üç; kaldı ki, varolduğu farzedilse dahi, her ideoloji gibi o "repüblikanizm"in de, o "Kemalizm"in de, o "Atatürkçülük"ün de binbir yorumu mevcuttur. Elástikiyeti sonsuzdur.

Recep Peker’in faşizan - korporatist altı ok "cumhuriyetçilik"i mi; "komünizm görüldüğü her yerde ezilmelidir" diyen atmışlı yıllar "Atatürkçülük"ü mü; yoksa şimdi Mao’yu ve Gazi’yi yanyana koyan "ulusalcı?-kuvvacı" cihetin "Kemalizm"i mi geçerlidir?

Bileği ve süngüsü güçlü olan konjonktüre göre daima kendi tanımını dayatmıştır ki, o bileği bükmek ve o süngüyü kırmak ancak şekli bir reçete olur ve hastalığı tedavi etmez.

***

BUNUN yegáne çaresi, 22 Temmuz "sivil zaferi" dahil sonsuz şey borçlu olduğumuz Cumhuriyet’i ve Kemal Atatürk’ü onlar adına üretilmiş olan ideolojilerden arındırmaktadır.

Yani, eski terminolojiyi çöpe atmak dahil, tabu, fetiş ve dokunulmazlıkların yerine bu defa, siyaset pratiğini zaten bildiğimiz o demokrasinin "siyaset felsefesi"ni koymaktır.

Başka bir deyişle, artık "anti-ideoloji" kültürü benimsemek ve uygulamak zorundayız.

Ve de son 22 Temmuz "sivil zafer"inden sonra, özünde zaten aynı "anti-ideoloji"yi hedefleyen Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal’e şimdi her zamankinden daha çok yakınız.
Yazarın Tüm Yazıları