Mutluluğun formülü

Aşırı sıcak ve nemle birleşmiş Ramazanın halüsinatif etki yarattığı şu günlerde soruyor musun kendine “acaba ben mutlu muyum?” diye sevgili hisleri tek tek cımbızla alınmış Habitus okuru.

Hiç üzülme, bu hafta size mutluluğun sırrını veriyorum.

Öncelikle kadınlar konuşsun. Mutlu musunuz sevgili arkadaşlar?

Bakınız Cemil ıpekçi “Tarih bir kere bile kadının ne kadar mutlu olduğunu kaydetmedi” diyor. Doğrudur. Prenses olsun, kraliçe olsun, efendime söyleyeyim, Pelin Batu olsun, tarihte bir tane kadın görmeyelim ki hakikaten mutlu...

Aslında tarihin gelmiş geçmiş tüm kadın karakterlerini bir kenara bırakalım, kayıt dışı olan karakterler ve vakalar için de aynısını söylemek mümkün.

Eh, nasıl olmasın? Bir kere mutluluğun kendisi mutsuzluk sebebidir... Bir kadın, mutluluktan havalara uçtuğu zaman bile yüreciğini kemiren büyük mutsuzluk yaratma becerisine sahiptir.

Kadında, o güzel duyguları kaybedeceği korkusu mutluluk halinden her zaman daha baskın gelir... Kadınlar, mutluluğun verdiği derin korku ve mutsuzluk haricinde, her ama herrrr durumdan büyük endişe ve kaygı hisleriyle kendini doldurup taşıracak bir konu bulabilir...

Biliyor musunuz, öte yandan bu, kulağa geldiği kadar kötü bir durum değil. Heyecan yaşamadığınızda sıkıcı bir hayatınız olduğunu düşünürsünüz çünkü. Öyle sahi, iniş çıkışlar arasındaki rakım farkı değil midir insanı iyi hissettiren? Sürekli mutlu ve iyi olduğunuzda, bir süre sonra iyi hissetmek sırasıyla önce normalleşmez, sonra da sıradanlaşmaz mı?

Acayip ki, kronik mutsuzluk da benzeri bir mekanizmayı çalıştırıyor bünyede. Bir süre sonra derin mutsuzluk hayatının “normal”i haline geliyor ve bunu fark etmiyorsunuz...

Nasıl durmaksızın belirli bir esansı koklamak zorunda kaldığınızda o kokuyu duymaz olursunuz; aynı hesap...

“Madem hissizleştim, olay yaratayım bari”

Kadın beyni, can sıkacak-sevinecek bir durum bulunamadıysa derhal acil durum sinyali gönderir: “Monoton bir hayatın var, can sıkıntısı yarat” der.

Öyle zamanlarda söz konusu kadınımızın ani olarak karakteri dışı bir harekete imza attığını görürsünüz, mesela saç renginde radikal bir değişiklik gibi...

Bunun iki sonucu olur: Ya berbat görünecektir ya da kendini “kendi” gibi hissetmeyecektir. Bu iki seçeneğin vardığı sonuç, aynıdır: Mutsuzluk! Bedbaht olmak için daha güzel bir sebep olabilir mi? Saç konusu mutsuzluk sebeplerinin en masumane olanı.

Saçlarıyla uğraşmazsa kocasına, arkadaşına, işine, patronuna saracak, birinden birinde, muhakkak mutsuzluk yaratacak bir mesele bulacak...

Can sıkacak bir konu bulunamadığında başkalarının sıkıntılarına el atacak...

Birbirini tanımayan insanların toplu halde vakit geçirdiği/geçirmek zorunda kaldığı kafe, restoran, uçak gibi alanlarda yan masa ya da yan koltukta konuşulanları pür dikkat dinlemek, göz dikip izlemek ondan.

Yoksa millet birbirinin hayatını dinleyip ne yapacak?

Yani diyorum ki, mutlu olmaya çalışmaya gerek yok sevgili mutluluk peşinde koşan Habitus okuru.

Zaten çok zor bu iş, durduk yere neden mutlu olacaksınız ki?

Bence, mutlu olmaya çalışmak, kişisel gelişime sarmak yerine her şeyi bir kenara bırakıp çok mutsuz olmaya çalışabilirsiniz.

Çünkü çok mutsuzluğun ardından, işin doğası gereği, kesin mutluluk geliyor...

Ben buna şaşırıyorum

Dün bir rüya gördüm. 80’lerin sonlarında Yalova’da yazlıktayız. Birden bir gümbürtü kopuyor, depremle hepimiz yok oluyoruz...

Midem bulanarak kalkıyorum, çünkü bu anlattığım rüyanın, aynı fona sahip ama farklı hikayeler içeren versiyonunu tam bir sene boyunca her gece ama her gece rüyamda gördüm.

Şimdi iki-üç ayda bir peydah oluyor, sıklığı azalsa da hissettirdiği duygular değişmiyor...

Sonuç: Hâlâ yanımda düdük, fener, şişelerce su ve bisküvi ile uyuyorum... Hatırlar mısınız, unutmayacağız dedik 17 Ağustos’u. Lakin yakınlarını, evlerin kaybedenler dışındaki herkes meseleyi hafızasının derinliklerine çoktaan gömdü.

Depremde kayıp yaşayan, acısı taze olan herkesin acısını paylaşıyorum...
Yazarın Tüm Yazıları