Mümtaz Soysal: Kıskaç

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

BIKMADAN usanmadan halka anlatmak gerekiyor: Kendi ayağıyla girdiği cenderenin kıskacında ezilip ezilmemek Türkiye'nin yine kendi elindedir.

Son biçimi Aralık 99'daki Helsinki kararıyla belirlenen bir kıskaç bu.

Konuya bakış, Avrupa Birliği'ne tam üye olmayı, bir an önce ve ne pahasına olursa olsun erişilmesi zorunlu bir amaç olarak görüyorsanız başkadır, bu amacı ikinci plana itip ülkenin geleceğiyle halkın çıkarlarını öne çekiyorsanız başka. Bu bakımdan, her şeyden önce tartışılması ve tam bir açıklığa kavuşturulması gereken nokta, tam üyelikle ülkenin geleceği ve halkın çıkarları arasında nasıl bir mutlak bağlantının bulunduğudur.

Böyle bir tartışmanın bütün boyutlarıyla tam olarak yapıldığını söylemek zor. Konu, çoğu zaman Tanzimat'tan beri gelen bir Avrupa saplantısının gölgesinde ele alındı ve asıl sorulacaklar sorulmadı. Girmemek, çağdaşlık karşıtlığı ya da Batı düşmanlığı mı demektir? Demokrasi ve insan hakları gibi yüzyıllık amaçlar ille de tam üyelikle mi gerçekleşir? Girişin kalkınma ekonomisi üzerindeki etkileri ne olur? Cumhuriyetin temel ilkeleriyle tam üyeliğin koşulları ne ölçüde bağdaşır? Giren Türkiye, başkalarınca nereye doğru çekilir? Girilmezse, korkulan yerlere mi sürüklenir? Cumhuriyet düşmanı bilinenlerin bile birdenbire Avrupacı kesilmesindeki anlam nedir?

Bunlar önyargısız tartışılmadan öyle bir hava yaratıldı ki, girilmezse batılır, girilirse göklere yükselinir. Batmanın ya da yükselmenin kendi elimizde olduğu unutuldu. Yunanistan'ın ardından tam üyeliğe başvurmayan ve ülkenin gereklerine uygun planlı kalkınma sürecinin tamamlanmadığını savunan Ecevit, sanki büyük suç işlemiş gibi hálá eleştirilmekte. Kimse, asıl hatanın o zamandan beri ekonomisiyle ve sosyal yapısıyla güçlü bir Türkiye yaratamayanlarda olduğunu görüp suçlayıcı parmaklarını onlara çevirmiyor.

Şimdi, henüz kendine gelememiş zayıf bir Türkiye, Avrupa kıskacında, üyelik müzakerelerine ‘‘başlayabilmenin müzakeresi’’ni yapmakta.

Hakkını söke söke almak için yeterince güçlenememiş durumuyla.

Kendi çıkarlarını dış çıkarlarla bütünleştirmiş Bizans kokulu mütareke mandacısı lobilerin etkisi altında.

Bunun da bir müzakere olduğunu, isteklere isteklerle yanıt vermek gerektiğini unutarak, dışta kalma korkusuyla ezilip büzülerek, yalvarırcasına.

Helsinki kıskacının bir kolu piyasa ekonomisi diye ulusal kalkınma yöntemlerini, insan hakları ve azınlıkların korunması diye Güneydoğu sorununu, demokrasi diye cumhuriyetin ilkelerini zorlarken, Yunan etkisiyle Brüksel'den Atlantik ötesine uzanan öbür kolu da Kıbrıs ve Ege'deki ülke çıkarlarını zorluyor. Daha şimdiden, New York görüşmelerinde Kıbrıs'ın mülk sorunlarına ilişkin tutum değişikliği ile Strasbourg Mahkemesi'nin Loizidou kararı arasındaki sinsi bağlantı olanca açıklığıyla ortaya çıkmıştır.

Hiç olmazsa şimdi sormak gerekir: Türkiye bu kıskaca girmek zorunda mıydı?

Yazarın Tüm Yazıları