Âlemlere akmış bir aceminin notları

* Eğer “deliler ırmağı”ndan bir tas su içmeyi reddetmez ve her türden maskaralığa kendinizi bırakmazsanız haliniz harap! Bütün bir “âlem akışı” boyunca beyninizden sürekli “Bu ne saçmalık? Bu da eğlence mi? Bundan zevk alınır mı?” türünden huysuzluk sorularının geçmesine asla engel olamazsın...

Haberin Devamı

*  Tecrübeyle sabittir: Âlemlere akmanın mahiyetini ve amacını tam kavrayamamış bir adam, bütün bir gece oradan oraya sürüklenirken, evde kitap okumak, DVD takılmak ya da Twitter’dan geyik yapmak gibi eylemlere çok fena özlem duyar...

*  “Çapı dar bir âlem akması” için başlıca duraklar şunlardır: SUNSET’te gayet ağırbaşlı bir erken akşam yemeği... PAPERMOON’da yarım saatlik “kendini gösterme”ye dayalı bir korsan eylem... BİBER’de gerilla taktiğiyle küçük bir mola... LONGTABLE’da ünlü şahsiyetlerle dağıtmadan önceki son temas... AL-JAMAL’da iç savaş öncesi Beyrut’unun son günlerini anımsatan bir dağıtma... ŞAMDAN’da gecenin sonunda toparlanma girişimi...

*  Dikkat! Eğer amacınız “görünmek” ya da “göstermek” ise “Ben cuma ya da cumartesi akşamları âlemlere akmam... Çok kalabalık oluyor” falan türünden züppeliklere asla prim vermemelisiniz...

Haberin Devamı

*  Âlemlere aktığınızda “gereksiz sorgulamalar”dan kaçınmazsanız işin zevkini çıkaramazsınız... Mesela: Çılgın eğlencenin tam ortasında karşı masada hafiften kasmış bir şekilde oturanlara bakıp, “Ne yani? Bunlar şimdi eğleniyorlar mı?” falan diye sorgulamalar içine girmemelisiniz.

*  Hayatı boyunca Serdar Ortaç’ın şarkılarına dudak bükmüş birinin, âlemlere akma kararı aldığında, korkunç bir Serdar Ortaç intikamına maruz kalacağını aklından çıkarmaması gerekir...

*  Sabaha karşı saat üç... Elinizde sadece şunlar var: Çokça yorgunluk, bolca kulak çınlaması, Serdar Ortaç şarkılarından aptal melodiler, eğleniyormuş gibi yapan erkek ve kadınların acayip görüntüleri, yatağa karşı dayanılmaz bir özlem, “Ben kendime bu işkenceyi neden yaptım” tarzında bin pişmanlık ve “Bir daha da akmam âlemlere...” şeklinde tövbeler...

 

Dikkat! Namlı sağcılar AK Parti’ye teslim oldu

 

DEMİREL döneminde “Demirelci” oldular...

Özal döneminde “Özalcı” oldular...

Erbakan döneminde biraz çekingen de olsa “Erbakancı” oldular...

Haberin Devamı

Ve epey bir süredir “kıyıda/köşede” kaldıktan sonra şimdi yine sahne almış durumdalar!

Bu kez “Sonuna kadar Tayyip Erdoğancı” olarak karşımızdalar...

Kim mi bunlar?

Şöyle anlatayım:

“Aydınlar Ocağı” denince akla onlar gelir...

“Komünizmle mücadele” denince akla onlar gelir...

“Türk/İslam sentezi” denince akla onlar gelir...

“Birlik Vakfı” denince akla onlar gelir...

Nevzat Yalçıntaş denince akla onlar gelir...

Yakın tarihi “Menderes, Özal ve Tayyip Erdoğan’ın şanlı çizgisi...” olarak okumaya meraklıdırlar...

Biraz İslami, çokça millidirler.

“Milli ve manevi kalkınma” lafını pek severler...

Sağcıdırlar, Osmanlıcıdırlar, devletçidirler... Dikkat!

Bu “koyu sağcı ekip”, şimdi AK Parti’ye iltihak etmiş durumda.

Haberin Devamı

* * *

Son atakları şöyle bir şey:

“Türkiye Milli Kültür Vakfı” adı altında örgütlenmişler...

Başbakan Erdoğan’ı “baş konuk” yaptıkları bir anma toplantısı düzenlemişler...

Bu toplantının amacı Ahmet Kabaklı’dan Nevzat Yalçıntaş’a, Ferruh Bozbeyli’den Tarık Buğra’ya, Erol Güngör’den Samiha Ayverdi’ye sağın ana akımının önemli isimleri ile birlikte Şule Yüksel Şenler, Hayrettin Karaman, Necip Fazıl gibi İslami vurgusu yüksek isimlere “vefa” göstermekmiş...

Oluşturdukları bu “çokça sağcı/biraz da İslamcı” harman ile sanırım şu mesajı veriyorlar:

İşte AK Parti’nin yaslanması gereken kültürel birikim.

Bu arada acayip de “sivil” olmuşlar...

Geçmişte “askeri yönetimler” ile gayet iyi geçinirlerken, bu kez askerin gölgesini bile çekemez hale gelmişler...

Haberin Devamı

Mesela...

Geçen akşam düzenledikleri toplantıda konuşturdukları genç bir akademisyen, kürsüden “Bugün Turgut Özal yaşasaydı, İlker Başbuğ’u derhal görevinden alırdı” deyince, alkışı basıvermişler...

Eğer “hafıza-i beşer nisyan ile malul” olmasa idi...

“Rahmetli”nin bütün bir siyasi çıkış ve yükselişini cuntanın kendisine verdiği icazetten aldığını mutlaka anımsarlardı...

Ama işte “kahrolası” unutkanlık, insan hafızasının en önemli cilvesi olmaya devam ediyor.

 

Al sana Japon modeli

 

ESKİDEN bir “sağcı zırvası” vardı...

Şöyle derlerdi:

“Bakın Japonlara! Adamlar hem maddi kalkınmalarını sağlamışlar, hem de geleneklerine bağlılar... Bize de bir Japon modeli lazım...”

Haberin Devamı

Fakat Japonya’dan kan dondurucu gelenekler ve yeni moda akımlar geldikçe, bu tez yer ile yeksan oldu.

İşte Japonya’dan ithal son gelenek:

Kadın vücudu üzerinde suşi yeme olayı...

Ben hayatımda böyle müstekreh bir olay görmedim... Bir gelenek bu kadar mı mideyi kaldırır? Bu kadar mı kadını aşağılar? Bu kadar mı insanın kafasını bozar? Bu kadar mı eğlenceden uzak olur?

Yazarın Tüm Yazıları