Kuvvetler ayrılığı kuvvetler çatışması

ANAYASA Mahkemesi’nin önündeki davaların yarattığı gerginlik nedeniyle bugünlerde kuvvetler ayrılığı prensibinden çok bahsediliyor.

Bu prensipten genellikle anlaşılan yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirinden tamamen bağımsız güçler olduğudur.

Tabii bizdeki gibi parlamenter rejimlerde hükümetin kaderi Parlamento’nun iradesine tabi olduğundan tam bir kuvvetler ayrılığından bahsedilemez.

Kaldı ki başkanlık sistemlerinde bile üç kuvvetin birbirlerini etkilemeleri kaçınılmazdır.

ABD’yi ele alırsak, orada, Yüksek Mahkeme’nin üyelerini Senato’nun onayıyla Başkan tayin eder, fakat bunlar bir kere seçildi mi, ölünceye kadar değiştirilemezler.

Batılı ülkelerde atamayla göreve getirilseler bile yargıçlar tam bağımsızlığa sahiptirler.

Rızaları olmadan bulundukları yerden başka yere nakledilemezler.

Ne var ki bu ayrıcalıktan savcılar istifade edemezler, çünkü onlar hükümetlerin emrindedirler.

Bizim sistemimizin orijinalliği, yargıçları ve savcıları eşit statüde tutmasıdır.

Bu nedenledir ki Yargıtay Başsavcısı’nın, AKP’nin kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açması, özellikle AB kurumları ve ülkelerinde büyük hayret uyandırmıştır.

* * *

Yargıtay ve Danıştay başkanlar kurullarının yayınladıkları bildiriler, bir yandan hükümet ile yargı kurumları arasında çatışma ortamını derinleştirirken, diğer yandan çok ciddi bir yetki ve kavram kargaşası yansıtmaktadır. Yargıtay bildirisini ele alalım.

Bunda hükümet kastedilip, "Yargıyı ve mensuplarını halka şikáyet ederek, hedef göstererek, hatta yabancı kişi ve kuruluşların yardım ve katkılarını sağlayarak Türk yargısını etkileme niyet ve gayretine girmek suretiyle açılan kapatma davasında lehe sonuç alma heves ve yöntemleri sıklıkla denenir olmuştur" deniyor.

AKP hükümetinin, kapatma davasının kendi lehinde sonuçlanmasını istemesinden daha tabii bir şey olamaz.

Ancak "yabancı kişi ve kuruluşlar"dan AB ve AB Komisyon üyeleri kastediliyorsa bunda bir yanlışlık var, çünkü AB temsilcileri dava açılır açılmaz anında tepki gösterdiler, böyle bir davanın AB’nin demokrasi prensipleriyle bağdaşmadığını tekrar tekrar ifade ettiler.

Etmeye de devam ediyorlar.

Onlara göre Anayasa Mahkemesi, kapatma davasında Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun tavsiyeleri çerçevesinde hareket etmelidir.

Avrupa Konseyi ve AB, yabancı kuruluşlar sayılabilir mi?

Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Mahkemesi’nde hakkımızı gerektiğinde aramıyor muyuz?

AB ile üyelik müzakerelerinin amacı, egemenliğin paylaşıldığı ve birçok alanda entegrasyonun gerçekleştirildiği bir birliğe dahil olmak değil mi?

Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisi de zaten AB ilerleme raporlarında Yargıtay’ın görüşlerine uygun olarak yer alan ifadelere temas edip duruyor.

* * *

Gerek Yargıtay gerek Danıştay bildirileri, "Yargı Reformu Strateji Taslağı"nın kendilerine danışılmadan AB Komisyonu’na tevdi edilmesine özellikle karşı çıkıyor.

Hatta bildirileri tetikleyen de anlaşılan hükümetin bu davranışı olmuş.

Doğrusu iki yargı kurumuna da hak vermemek mümkün değil.

Hükümet yine kritik bir hata yapmış. Ancak Yargıtay ve Danıştay’ın tepkilerinde yalnızca bu konuya odaklanmaları daha doğru olurdu.

Yargıtay’ın bildirisinde, hükümetin bir grup hukukçuya hazırlattırdığı Anayasa taslağı da yerden yere vuruluyor.

İyi de bu taslak hiçbir zaman bir yasa tasarısı haline gelmedi ki. Kaldı ki yeni Anayasa neden Yargıtay’ın işi oluyor, belli değil.

Bu kuvvetler çatışması sürdürüldüğü takdirde Cumhuriyet Türkiyesi tarihinin en ciddi krizine yol açabilir.

MHP Genel Başkanı Bahçeli, Cumhurbaşkanı’nın müdahalesini istemekte haklı.

Normal koşullar altında Cumhurbaşkanı’nın yatıştırıcı ve uzlaştırıcı bir rol üstlenmesi beklenebilirdi.

Ancak, Yargıtay Başsavcısı’nın kendisi hakkında bile siyaset yasağı istediği bir Cumhurbaşkanı’nın etkisi ne kadar olur?

İnanılmaz bir siyasi ve hukuki kilitlenmeye kendimizi sürüklemiş bulunuyoruz.

Ve bu kilitlenme, ne yazık ki daha uzun süre devam edeceğe benziyor.
Yazarın Tüm Yazıları