Küresel felaket ve sorumluluğumuz

DÜNYAMIZ bir çevre felaketiyle karşı karşıya. Bilim adamlarının tespitlerine göre, karbondioksit oranı artıyor, okyanuslar ısınıyor, buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor.

Bu gelişme paralelinde göller küçülüyor, kuraklık artıyor, ırmaklar kuruyor. İklim kaymaları nedeniyle mevsimler adeta yer değiştiriyor. İlkbahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, bitkiler erken çiçek açıyor.

Bilim çevreleri yıllardan beri bu konu üzerinde kafa yormalarına rağmen vahametin boyutları yükseliyor. Bilim adamları gerekli tedbirlerin alınması konusunda hükümetlere ısrarlı çağrıda bulunuyorlar. Konu, Birleşmiş Milletler’in de gündeminde. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanan Kyoto Protokolü’ne imza koyan 160 ülke, yaşanan felaketin müsebbibi olan gazların salınımını azaltmaya söz verdikleri halde, bugüne kadar etkili bir sonuç alınamadığı ortadadır.

* * *

Tehdit bütün hızı ve boyutlarıyla devam ediyor. Amerikan, İngiliz ve Avustralyalı bilim adamları, hazırladıkları ortak bir raporla dünyanın 10 yıl sonra çevre felaketleri açısından geri dönülemez noktaya geleceğini duyurdular. 300 bilim adamının yürüttüğü araştırma sonuçlarına göre, Kuzey Kutbu’ndaki ısınma 2070’te dünyayı buzulsuz bırakacak. Çölleşme olacak, denizler yükselecek, bunun tarıma da yansıması sonucu dünya salgın hastalıkların pençesine düşecek.

Bu senaryolar hepimizi ürkütüyor. İnsan olarak çocuklarımıza, torunlarımıza ve gelecek nesillere nasıl bir dünya bıraktığımızı sorgulatıyor vicdanlarımıza. Halbuki Yüce Allah, belli bir ölçüye göre yarattığı káinatın içindeki sayısız nimetleri onun hizmetine sunmuştur. Kendisine lütfedilen bu sayısız nimetlerin değerini yeterince kavrayamayan insanlık, sınır tanımaz hırsıyla tabiatın dengesini bozmuş, bunun sonucu olarak da günümüzde çevre problemiyle karşı karşıya gelinmiştir.

Ülkemize bakalım: Bir zamanlar yüzde 70’i ormanlarla kaplı olan ülkemiz topraklarında yangınlar başta olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı her yıl birçok ormanlık sahanın yok edildiği ve bugün yüzde 26’lık bir bölümünün orman olarak kaldığı acı bir gerçektir.

Millet olarak asırlar boyunca çeşitli düşman istilalarına karşı koruduğumuz ülke topraklarının, her yıl erozyon sebebiyle Kıbrıs Adası büyüklüğündeki miktarının denizlere aktığı, yaklaşık 50 yıl sonra da çölleşeceği ve bunun sonucunda da birtakım çevre sorunlarının meydana gelebileceği yetkililer tarafından ifade edilmektedir.

Peki, bizim bir insan ve mümin olarak yüce Allah’ın bize armağanı ve emaneti olan tabiata karşı bir sorumluluğumuz yok mu? Dinimize göre yerlerde ve göklerde bulunan her varlık, fiziki kıymetinin ötesinde manevi bir değere ve öneme sahiptir. Kur’an ayetleri ve hadis-i şeriflerin emir ve teşvikleri ile Peygamberimizin ve ilk Müslümanların uygulamalarından ilham alan Müslüman bilginler de, káinata ve içindeki mevcut varlıklara Allah’ın ayetleri nazarıyla bakmışlardır.

Káinattaki bütün varlıklar hayat sahibidir ve kendi lisan-ı halleriyle Allah’ı anmaktadırlar. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"Görmez misiniz ki; gökte ve yerde olanların; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlarla hayvanların ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedirler." (Hac, 18)

Peygamberimiz (S.A.V) de şöyle buyurmaktadır: "Bir Müslüman ağaç diker de onun meyvesinden ve yaprağından insan, hayvan ve kuşlar yiyecek olursa, yenen şey, ağacı diken için bir sadaka olur. O ağaçtan kim ne eksiltirse, bu kendisi için bir sadaka-i cariye (devam eden bir sevap) olur."

* * *

Çevre konusunda milletimizin inancının temelinde son derece esaslı hükümler ve örnekler mevcuttur. Üzerinde yaşadığımız, öldükten sonra da bize yorgan olacak vatan toprakları üzerinde, çevreye zarar veren değil, ihya eden; orman yakan değil, ağaç diken insan olmanın gayreti ve çabası içinde olmalıyız.

Zehir solunan bir havada, çöl haline gelmiş bir ülkede yaşamak istemiyorsak, Allah’ın bir lütfu olan tabiattaki dengeyi koruyalım; káinatı ve içindekileri ilahi emanetin kevni ayetleri olarak kabul edip gelecek nesillere aktarmanın sorumluluğunu duyalım. Bilim adamlarının ikazlarına kulak verelim, önerdikleri tedbirleri harfiyen uygulayalım. Unutmayalım ki, bu ülke hepimizindir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Bir hoca vaazında, inancı olmayan, ibadet etmeyen bir kimsenin hayır ve hasenatının Allah katında bir değeri olmayacağını söyledi. Bu konuda siz ne diyorsunuz?

Ömer YILMAZ

Sorunuza bir ayetle cevap verelim. Mekke müşrikleri, Hz. Peygamber’e "Biz hacılara su veriyoruz, Mescid-i Haram’ı onarıyoruz; bu bize bir fayda getirmez mi, cennete gitmez miyiz?" diye sorunca bunun üzerine bir ayet indi. "Siz hacılara su vermeyi, Mescid-i Haram’ı onarmayı Allah ve ahiret gününe iman etmekle eş mi tutuyorsunuz?" Ayetten de anlaşılacağı üzere, iman etmeyenlerin yaptığı iyiliklerin Allah katında bir değeri yoktur. Ancak, yüce Allah iyilikleri karşılıksız bırakmaz. Bunların karşılığını ahirette değil, dünyada kendilerine ihsan eder. İyilik yapan insanlara son anlarında Allah’ın iman nasip etmesi de umulur.

Babam kanserden vefat etti, çok acı çekti. Bu tip hastaların günahlarının eridiğine dair rivayet var. Ne dersiniz?

Erdoğan KEBAPÇI

Babanızın, hastalığı dolayısıyla çektiği acılar inşallah günahlarının kefareti olmuştur. Yüce Allah, herhangi bir acı ve musibet karşısında sabredenleri müjdelemiştir.

Çocuğumuz için bir adak kurbanı kestik ve hiçbir parçasını yemeden fakirlere dağıttık. Bu yaptığımız adak haram mıdır?

Bilge Hakan AGUN

Bir kimse, herhangi bir dileğinin yerine gelmesi durumunda Allah rızası için bir kurban adamış ve kesmişse ve onu da aile bireyleri etini yemeden fakirlere dağıtmışsa bu neden haram olsun? Biz böyle bir şey de ifade etmedik.

Gayrimüslim bir kişiye alkollü içki hediye etmek istiyorum. Bu caiz midir?

Murat ÇETİNKAYA

Bir Müslüman’ın gayrimüslim de olsa herhangi bir kimseye alkollü içki hediye etmesi doğru değildir. Neden helal bir şey dururken haramı hediye ediyorsunuz?
Yazarın Tüm Yazıları