Kedici ressamın sergisi

‘‘Doğmadan önce, yaşamayı tasarladığımız hayatın amacına en uygun aileyi kendimiz için belirlediğimize inanıyorum. Ben de çok doğru ve şanslı bir seçim yapmışım...’’

Seramikçi-ressam bir anneyle (Jale Yılmabaşar) mimar-mühendis bir babanın (Necdet Ertugan) kızı olarak dünyaya gelen Sedef Yılmabaşar Ertugan'ın bu cümlesi üzerine uzun uzun düşündüm.

Var mı böyle bir şey?

Yaşamak istediğimiz aileyi seçiyor muyuz gerçekten?

Kim bilir?

Tam da bu.

Doğrusunun ne olduğunu kimse bilmediği için ‘‘Saçmalık bu!’’ deme şansımız yok.

O böyle hissediyorsa doğrudur.

Beyana itimat esastır.

Belki de hayatta cidden tesadüfler yoktur!

***

Geçmiş doğum günlerimden birinde heyecan içinde hediye paketini açıp içinden bir Sedef

Yılmabaşar resmi çıktığını görünce çığlıklar atmıştım.

Onun kedilerine bayılıyorum ben.

Benim de gördüğüm ama asla resmedemediğim kediler onlar.

Bir saflık, sıcaklık var o resimlerde.

Bir yalınlık.

Çocuksuluk.

Güven.

Huzur.

Yalnızlık.

Ve tarifi zor bir neşe.

‘‘Sadece kedi resimleri değil onlar, benim duygularımın dışa vurumu. Kendi duygusallığım,

hayallerim, anılarım. Benim renklerim, tuallerime yansıttıklarım. Kırmızılar tutkularım, mavilerim huzurum. Resimlerimdeki kedilerin hepsi benim aslında...’’

***

Sabahları ben tuvalete giderken yolumu kesen, türlü numaralar çekerek beni mutfağa yönlendiren beyaz bıyıklı, komik, yaramaz bir oğlum var benim.

Üzerine titrediğim.

Babası seyahatte olduğu zaman, fırsat bilen hemen onun koltuğuna kurulan.

Fenerbahçe maçlarını izlemekten büyük keyif alan.

Yorganın içinde sırt üstü tıpkı bir insan gibi yatan.

Sürekli değişen yüz ifadeleriyle beni hep şaşırtan.

Gözleriyle konuşan bir oğlum.

Çok uzun zamandır bir hayat paylaşıyoruz.

Ve biz birbirimizin ne mal olduğunu biliyoruz.

Kendimi yalnız hissettiğimde boynuna yüzümü gömmeme izin veriyor, ne geçmedi ki bu da geçecek, dert ettiğin şeye bak diyor. Uzun uzun anlatıyorum ona, gözlerini hiç ayırmadan gözlerimin içine bakıyor. Yemin ederim anlıyor. Bazen de o kendini yalnız hissediyor, uzaklara dalıp gidiyor.

Evet, elbiselerimi yemeye bayılıyor, bir ayakkabı fetişişti benim oğlum, ayakkabı dolabına girip onları kemiriyor beni deli ediyor, pudralanmaktan ve fırçalanmaktan nefret ediyor, onu fırçalamak için elime eldiven taktığımda kendini mümkün olduğu kadar çabuk yan terasa atıyor, hadi gel oğlum senin evin burası diye beni yalvartıyor, kahvaltı sofralarından salam çalıyor, bir zeytin tanesiyle gün boyu evin içinde pinpon oynuyor, acayip kıskanç, sevgilime verdiğim her öpücükten sonra onu da öpmek gerekiyor, başbaşa kalabilmek için resmen ondan izin koparmam icap ediyor, ona çaktırmadan yatak odasına mı kapadık, ha ha ha, beyaz patilerini kapının altından sokuyor, beni de içeri almazsanız bu evi kafanıza yıkarım diyor...

Gerçekten de yapıyor.

Ama ben kedisiz bir hayat düşünemiyorum.

Siz de kedimin ve kedilerin bütün bu hallerini çok iyi resmettiğin düşündüğüm Sedef Yılmabaşar Ertugan'ın Toprak Sanat Galerisi'ndeki (9 Ekim-11 Kasım arası) sergisini kaçıracağımı düşünmüyorsunuz değil mi?

Uzun bir cümle oldu.

Ama gidin o sergiye.

Ve mümkünse bir kedi resmi edinin.

Benden tavsiye sevgilinizle gidin, bir resmin önünde dikilin ve şöyle deyin: ‘‘Ne kadar şahane değil mi? Tercih senin. Ya bu resmi alacaksın ya da gerçek bir kedi...’’

Sizi temin ederim, her türlü siz kazançlı çıkacaksınız!
Yazarın Tüm Yazıları