Kazan, filmini neden İstanbul'da çekemedi

İki bakanlık müfettişi İstanbul'a gelip Elia Kazan'dan çekimden önce senaryoyu görmek, çekimleri izlemek istediklerini bildirdiler. Bir sansür uygulaması başlayacaktı. Kazan isteğe boyun eğdi ama, haftası dolmadan planladığı filmi bu koşullar altında çekemeyeceğine kanaat getirerek Türkiye'den ayrıldı, Yunanistan'da çekime başladı.

Elia Kazan'la ilk kez 1962 yazında İstanbul'da Park Oteli'nde karşılaştım. Hürriyet'in çiçeği burnunda, Babıáli tanımıyla Beyoğlu muhabiri olarak peşine düştüğüm ünlü yönetmen keten pantolonunun üzerine giydiği beyaz gömleğinin kollarını pazularının üstünde katlamıştı. Kendimi tanıttığımda ‘‘Nasıl buldun beni?’’ dedikten sonra elimi sıktı. Pençesi oldukça güçlüydü.

Otelin kaldırıma çıkmalı duvarında oturup öğle güneşi altında uzun süre sohbet ettik. Henüz şöhretlerle haşır-neşir olmamışız. Sinemaya merakım var, üstelik gazeteye ‘atlatma’ haber götüreceğim. Keyfim yerinde. Sinema dünyasına kurucusu olduğu Actor's Studio'daki öğrencileri Marlon Brando, James Dean gibi aktörleri kazandıran ünlü yönetmen Kazan ‘‘Hemşeri sayılırız. Ben de senin gibi İstanbulluyum. Muhteşem bir şehir İstanbul’’ dedi. Kazan çevireceği bir filmin set hazırlıkları için Türkiye'ye geldiğini söyledi ama, teferruatına girmedi. Ayrılmadan önce ‘‘Keşfettiğiniz yeni oyuncular var mı?’’ sorumu ‘‘Warren Beatty. Son filmim Splendor in the Grass'da başarılı oyun sergiledi. Büyük yıldız olacak’’ diye yanıtladı.

Bir yıl sonra Elia Kazan tekrar İstanbul'a geldi. Senaryosunu yazdığı ‘‘America America’’ adlı filmde ailesinin 1913'te Türkiye'den Amerika'ya göçünü beyazperdeye aktaracaktı. Üsküdar'da vapur iskelesi karşısındaki meydan film setine dönüştü. Çekimleri muhabir olarak ünlü rejisörün yanı başında izliyordum. Meydanın kuzey ucunda ahşap bir kaç evin yan duvarları sahiplerine para verilerek yıktırıldı. Pencere camları yarıdan kırıldı. Garibime gitmişti, sinemacılığı bilmediğim için anlam veremedim.

Bir ikindi üstü çekimlere ara verildiği sırada set amiri, sırtında yünlü kumaştan tulum, işlemeli cepken, palabıyıklı iri yarı bir adamla yanımıza geldi. ‘‘Bay Kazan, Kapalıçarşı'dan 20 kadar hamal kıyafeti bulduk. Beğendiniz mi?’’ diye sordu. Rejisör hamal kıyafetindeki adamı tepeden tırnağa süzdükten sonra işaret parmağını tulum cebine takıp boydan boya yırttı. Ardından cepkenin cebini avuçlayıp tümüyle söktü.

Şaşkınlıktan donup kalmıştık. Elia Kazan ‘‘Böyle süslü hamal kıyafeti olur mu? Toprak ağaları ancak böyle giyinir’’ dedi hayret dolu bakışlarımızı umursamadan.

Ertesi sabah Hürriyet'te yayınlanan yazım şöyle başlıyordu: ‘‘Önümüzdeki sezon çeşitli ülkelerde vizyona girecek olan America America ile sinemaseverler Türkiye'yi yıkık dökük, harap binalar, sefil kıyafetler içinde hayatını kazanan hamallar ülkesi diye tanıyacak.’’ Resimli haberin alt kısmında ise izlenimlerimi sıralıyordum.

Birinci sayfadan gazeteye giren yazım üzerine Milliyet'in kıdemli köşe yazarı Ref'i Cevat Ulunay ‘‘Hürriyet refikimizde Doğan Uluç imzasını taşıyan bir haber...’’ diye kaleme aldığı makalesinde Elia Kazan'ı topa tuttu. Ulunay ‘‘Yaşadığım o dönemde İstanbul'un hamalları bir günde tonlarca yük taşıyıp iyi para kazanırdı. Akşam işi bittiğinde pırıl pırıl cepken-tulumu üstüne geçirip Haliç'e, Boğaz'a nazır kahvelerde nargile tüttürürlerdi. Cepken cebinde gümüş zincirli saat taşırlardı’’ şeklinde devam ederek tarihi ahşap evlerin yıkılarak İstanbul'un kötü gösterilmesini de eleştirdi.

Hürriyet haberi üzerine yazıları ses getiren Ulunay'ın makalesi Ankara'da büyük tepki yaptı. İki bakanlık müfettişi İstanbul'a gelip Elia Kazan'dan çekimden önce senaryoyu görmek, çekimleri izlemek istediklerini, milli değerlere ters düşen sahnelerin çıkarılmasını talep edeceklerini bildirdiler. Bir sansür uygulaması başlayacaktı. Kameralar, ışık-ses sistemleri, bir sürü aracı hayli masrafla İstanbul'a getirten Kazan ültimatom niteliğindeki isteğe boyun eğdi ama, haftası dolmadan planladığı filmi bu koşullar altında çekemeyeceğine kanaat getirerek Türkiye'den ayrıldı. Yunanistan'da çekime başlayan direktör ‘‘Otelde yardımcılarım ve aktörle konuşmam gerektiğinde bahçeye çıkardım. Sanıyorum odama dinleme cihazları yerleştirdiler’’ şeklinde bir yabancı haber ajansına beyanat verdi.

Elia Kazan'la sonraki yıllarda New York'ta çeşitli kereler karşılaştık. Brando, James Dean, Warren Beatty'yi keşfeden rejisör, Anthony Quinn, Gregory Peck, Tony Curtis, Montgomery Cliff, Jack Nicholson, Robert de Niro, Jeanne Moreau, Kirk Douglas, Natalie Wood, Spencer Tracy, Katherine Hepburn dahil pek çok oyuncuyu filmlerinde oynatarak ününe ün kattı. On the Water Front, Viva Zapata, A Street Car Named Desire, East of Eden, A Gentleman's Agrement filmleri klasikler arasına girdi. Sayısız ödül, iki Oscar armağanı kazandı. Birkaç yıl önce Şener Şen ile Uğur Yücel'in Eşkıya filminin New York galasında birlikte olduk.

Son kez Manhattan'daki evinde 90'ıncı doğum günü partisine gittim. Tekerlekli iskemlede oturuyordu. El sıkıştığımızda pençesi hálá güçlüydü.
Yazarın Tüm Yazıları