Kavacık-Beykoz arası tehlike hattı

Bileniniz biliyor, bilmeyeniniz için de tekrar yazayım, ben bayramda yeni bir eve taşındım.

Haberin Devamı

Sizler deniz, havuz, kum, güneş, aşk meşk takılırken ben, yatak, döşek, tencere, tava ile uğraştım... İşler hafifleyip yola koyulunca sıra geldi etrafı kolaçan edip tanımaya.
Bir sabah evimden çıktım, başladım site içi turlamaya... Anam turla turla bitmiyor, site değil adeta küçük İstanbul. “Eeee Ayşe sen de arabana atlayıp öyle dolaşsaydın ya” demeyin, dediyseniz de size cevap vereyim arkadaşlar... Arabam yok benim.
Yedi sene önce, şuursuz bir şoförün arkadan vurup arabamın ve benim dağılmamıza sebep verdiği günden beri araba kullanamıyorum ben.
Ama son günlerde yeni kararlar aldığımdan, kendimden biraz daha farklı bir Ayşe yaratma çabası içinde olduğumdan, kararlarıma tekrar araba kullanmayı da ekledim ve eski eşimi, yeni kankimi aradım, kendisi araba sektöründe.
“Bana bir araba yollayabilir misin?”
Ve sağ olsun yolladı. İkinci el düt dütüm gelince pek bir sevindim ve Yaradan’a sığınıp arabamla siteyi dolaşmaya başladım. Dizler zangır, kalp taşikardik, iki el direksiyona Japon yapıştırıcısıyla yapıştırılmış halde bir yarım saat dolaştım.
“Vay be” dedim, “boşa bu kadar korkmuşsun, maşallah gayet iyi gidiyorsun Ayşeciğim.”
Baktım dizler yola girdi, kalp normal ritmine kavuştu, ellerimden biri cam kenarında, biri direksiyonda bir anda gayet laubalileşiverdim arabamla.
Ve korkulan oldu... Her sokağı beşer, onar turladıktan sonra site bana dar geldi ve bir anda kendimi buluverdim Beykoz’da. Müziği de açtım sonuna kadar, başladım ritim de tutmaya, arkadan çalınan kornalar, camdan çıkarılan eller, kollar, küfür olduğunu rahatlıkla tahmin ettiğim ağız hareketleri... Hiçbiri bana mısın demedi.
Beykoz dar geldi, bastım, gittim Çubuklu’ya. Çubuklu dar geldi... Bastım, gittim adını bilmediğim yerlere... Haliyle sonunda kayboldum tabi ki...
Ormana daldım, az gittim, uz gittim; bir köy çıktı karşıma. Bir teyze geldi, yumurta sattı bana. Yumurtalarımı aldım, yolu sordum, yine gazladım arabamla. Üç saat sonra evime ulaştım ama olsun, eğlendim ya. Bir tek yumurtalarıma üzüldüm, maalesef hepsi kırılmışlar. Olsun, yarın yine giderim oraya ama benden söylemesi ne olur olmaz... Siz Beykoz-Kavacık hattı arası dikkatli olun, belli olmaz, her an çıkabilirim karşınıza.

Haberin Devamı

Özürlüler tabelası mı

Haberin Devamı

Kavacık’ta gezinirken önüme çıkan levhalardan birinde “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Evi” yazıyordu.
Pes diyorum ve belediye yetkililerine sesleniyorum... “Özürlü” demiyoruz, engelli diyoruz, biliyorsunuz.
Lütfen tabelanızı düzeltiniz.

İkitelli gülü

Bu ben oluyorum. Öyleymişim yani. Bunu kim mi söyledi? Tabi ki son günlerin flaş ismi, yani Erol Köse.
Bundan bir süre önce bir yazımda kendisini efendice eleştirmiştim.
“Kimseye hakaret etmiyorum, belden vurmuyorum, sadece ve sadece gerçekleri açıklıyorum” dediğinde şaşırmıştım. Twitter’daki sayfasında insanları değil aşağılamak, neredeyse yerin dibine batırdığı herkesçe malum. Sonra olan oldu, yazımdan sonra beni de sayfasından topa tuttu.
Ne ünlüyüm, ne pek fazla tanınırım, ne de gece hayatım vardır; ortalama, sıradan yaşar giderim, bilenler çok iyi bilir. Evet, kendileri bana şöyle buyurmuş:“Hürriyet koridorlarında senin hakkında konuşulanları duysan sokağa çıkamazsın...”
“İkitelli gülü, stajyer yazar, bak acıdılar da sana Kelebek’te de bir günlük yer açtılar.” (Burada diyecek bir şey bulamıyorum.)
Bak Erol kardeşim, bana söylediğin bu sözleri ben yesem, yutsam da babadan, amcadan emanet olduğum Hürriyet ailesi asla yemez, yutmaz bilesin istedim.

Yazarın Tüm Yazıları