Kararsız Kazım

HAYATTA ne olacağıma karar vermek meselesi, çoğu arkadaşımdan önce kurcalamaya başlamıştı kafamı.

İlk kararsızlığım ‘‘Mister No mu olsam, Zagor mu?’’ şeklindeydi. Kaptan Swing'in ambiansı da iyiydi ama açıkçası o komik şapkayla gezmek fikri bile tüylerimi diken diken ediyordu.

(Konuyla çok alakası yok ama Kaptan Swing'i Salih Güney'in, Gamlı Baykuş'u da Süleyman Turan'ın oynadığı bir film vardı. Kanal 6 bir ara paso yayınlıyordu. Ne şahane filmdi o di mi?)

Zagor'un tişörtüne hastaydım. Bir de balta hadisesi iyiydi. Mahallede çok denemiştik öyle balta yapmayı ama sanırım uygun taş bulamamıştık.

Bulamadığımız da iyi olmuş. Yoksa zaten her gün kafasını gözünü patlatan (Ben kafamı aynı noktadan iki kez yarmayı başarmıştım. Şimdi alnımda elimi gezdirdiğimde zor da olsa buluyorum yerini...) bir grup çocuğun baltayla oynamaları herhalde feci sonuçlar doğururdu.

Mister No ise tam hayal ettiğim hayatı yaşıyordu.

Amazonlar ondan soruluyordu. Tekme atınca çalışan bir uçağı vardı. Hayatı maceraydı. Ve bir de iyi giyiniyordu. Hep aynı şeyleri giyiyordu ama zaten bütün kahramanlarımın durumu böyleydi.

*

İkinci karaksızlık dönemimin baş kahramanları, Cüneyt Arkın ve Tarık Akan'dı.

Ben direkt Cüneyt Arkın'ı tutuyordum tabii ki. Tarık Akan o zamanlar kız filmleri yapıyordu.

Ama bir yandan da kız lisesinde okuyan ablamın ne kadar arkadaşı varsa, hepsi de Tarık Akan'a hastaydı.

Ya Cüneyt Arkın gibi olup elimde padişah fermanı, serhad boylarında at koşturacak, arada da düşürebilirsem bir Bizanslı prensesle aşk yaşayacaktım; ya da Tarık Akan gibi Caddebostan plajında haytalık yapıp, paso kızlarla gezecektim.

Bu konudaki kararsızlığım, o yıllarda zamanı algılama şeklim de göz önüne alınırsa bayağı uzun sürdü. Fakat Tarık Akan'ın ilk sosyal içerikli filmini seyrettiğim gün, tercihimi yekten Cüneyt Arkın'dan yana kullandım.

*

Üçüncü kararsızlığımı basketbolcu olmakla futbolcu olmak arasında yaşadım. Ama bunu çok kolay hallettim.

Milliyet Çocuk'ta ‘‘Cemil Futbol Öğretiyor’’ diye bir köşe vardı. Oradan gaza geldim diye hatırlıyorum.

Futbolu Cemil'den öğrendim desem, futbol camiasına karşı ayıp etmiş olurum. Çünkü Cemil'in oynadığı şey futbol ise, benim sonraki yıllarda oynadığım şeye başka isim bulmak gerekiyordu. Seyredeni ağlatacak derecede başarısızdım yani.

O kadar kötü futbol oynuyordum ki; mahalle arkadaşlarıma ‘‘Maçı nerede oynuyoruz?’’ diye sorduğumda, beni ekebilmek için hepsi başka arsayı veya okul bahçesini söylüyordu.

O yıllarda birbirinden amaçsız oyunlarımız içinde top sektirmece vardı. 100 kere 200 kere sektirenler benim gözümde Cruyff gibiydi.

Çünkü benim sektirme rekorum 5 veya 6'ydı.

Hala bir futbol topu gördüğümde deniyorum. Ve inanmayacaksınız ama hala en fazla 5 veya 6 kez sektirebiliyorum.

Futboldaki yeteneksizliğime ikna olduktan sonra, bu harika spordan intikam almak için uzun vadeli bir intikam planı tasarladım.

İlk işim maçlara gitmek oldu. Galatasaray'ın en feci yılları o zamanlar. Hem kötü oynuyoruz, hem de doğal olarak hep yeniliyoruz.

Fakat inatçı bir taraftardım. En berbat ve amaçsız dönemimizde bile, acı çekmeyi göze alarak takımımı destekledim.

Ve yıllar sonra Galatasaray yazarı olmayı başararak intikamımı aldım.

*

İkinci aşkım olan basketbolda da, memleket sınırlarının gördüğü en iyi oyuncu değildim. Ama dandik takımlarda da olsa bir süre oynadım bu güzel oyunu.

Futbol maçlarına giderken, basketbol maçlarını da ihmal etmiyordum.

Lisanslı basketbolcu olduğum için, basketbol maçlarına serbestçe girebiliyordum. Giriş kartımı ilk aldığımda Spor ve Sergi Sarayı'nın kapısındaki görevli ‘‘Yeter artık, çıkacak mısın, girecek misin karar ver be çocuğum’’ diyene kadar giriş-çıkış yapmıştım.

*

Durup dururken niye ‘‘Müsaitseniz Bu Akşam Annemler Size Gelecek’’ tribine girdiğimi açıklayayım.

İş Bankası galiba bir hata yapmış ve Fatih Altaylı'ya iki adet ‘‘Kupaların Kupası Dünya Kupası’’ kitabı yollamış.

Kitabın yazarı, küçükken idollerimden biri olan Halit Kıvanç. Dünya üzerinde en çok Dünya Kupası seyretmiş insanlardan biri olan Halit Amca (Tanımıyorum ama böyle demek istedim, kusura bakmaz herhalde), o kadar güzel anlatmış ki kupa tarihini, 450 sayfalık kitabı bir solukta okudum.

Ve okurken fark ettim ki, ben aslında hep Halit Kıvanç olmak istemiştim.

İşte böyle...
Yazarın Tüm Yazıları