İstanbul deyince aklıma

Geçenlerde yağmurlu bir gündü, yürüdüm hafif metroya bindim (neden iyi bir havalandırması yok), Kabataş’tan Sirkeci’ye...

Yıllar önce olduğu gibi Babıali’yi çıkmadım, kıvrıldım Mısır Çarşısı’na...

Baktım Kurukahveci Mehmet Efendi’nin önünde kuyruk.

Nasıl nefis bir kahve kokusu.

Bunca kahve zinciri varken, Kurukahveci Mehmet Efendi neden bu işe girmedi diye düşündüm.

Oturup kahve içmek istedim yok, mecburen aldım 40 gramı 1 liraya küçük bir paket.

Kim pişirecekse...

Tahtakale, Mercan, Beyazıt Meydanı, Sahaflar derken (her şey üniversite yıllarımızda bıraktığımız gibi) yağmur bastırınca attım kendimi Kapalıçarşı’ya...

Yollar çamur deryasına dönmüş, yolları bitirmek için illa kış mı beklenir bu şehirde?

Kapalıçarşı’da Louis Vuitton’lar, Dolce Gabbana’lar uluorta her yerde...

Taklitler dükkanlar da bile bu kadar rahat mı satılıyor artık?..

Şark Kahvesi’nde en iyi yere konuşlanıp, bir güzel yorgunluk kahvesi...

Sonra ver elini Sirkeci...

İnerken baktım Türkiye İş Bankası Müzesi’nde Bir Kumbara Öyküsü sergisi.

Benim de böyle bir kumbaram vardı, dişlerini kırmıştım içinden para alabilmek için.

Hiç görmediğim daktilolar, hesap makineleri, hani bugün 70’lik bir amca için ne kadar zorsa Iphone’u çözmek, genç kuşağın da bu aletlerle hesap yapabilmesi o kadar zor işte...

Çıktım caminin arkasındaki hayvan pazarı ne durumda diye bakmaya.

Bir-iki köpek dışında sadece kuşlar, balıklar, ve kümes hayvanları var kafeslerde, çoktandır temizlendi buraları... Eminönü alt geçitte kesif bir taşra kokusu.

İşportacılar, oyuncakçılar, ayakakabıcılar havasız bir galeride satış peşinde...

Haliç kıyısında balık ekmekçiler.

Buralara çeki düzen verdiler, yanlarında turşu suyu balık ekmek yiyen kadınlar erkekler...

En son Konyalı’ya uğradım.

Duvarda Bedri Rahmi’nin kendi el yazısıyla şiiri;

İstanbul deyince aklıma

Koca Sinan gelir

On parmağı on ulu çınar gibi

Her yandan yükselir

Sonra gecekondular gelir ardısıra

İsli paslı yetim

Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip

Memleketim

Kutlama

29 Ekim kutlamaları kendi içinde bir ekonomi de yaratmaya başladı.

O gece Boğaz’daki kafelerde, balıkçılarda, çaycılarda,parklarda yer bulabilmek mümkün değil...

Günler öncesinden rezervasyon yaptırılıyor artık. Bu müthiş gösteriyi izleyebilmek için insanlar Boğaz’a akın ediyor, yabancı turistler bile...

Geçen yıl Vogue’daydık ve turistlerle birlikte ağzımız açık izledik havai fişek gösterisini.

Bu yıl da Topaz’cılar davet etti.

Oranın da panoramik bir Boğaz manzarası var.

Ancak yorgan döşek olunca, Topaz yerine televizyondan izlemek zorunda kaldık.

Ayıptır söylemesi benim evden de Boğaz gözükür! Ama pencereden yarı beline kadar sarkmak şartıyla...

Çıplak gözle göreyim diye bir ara hasta hasta o riski bile aldım yani.

Geçen yıla göre daha da görkemli hale dönüştü havai fişek gösterisi.

Krize rağmen bu işten tasarruf edilmemesi, olayın giderek dünyanın en büyük havai fişek gösterilerinden birine dönmesi işin bir başka yönü.

Karşı görüşler de var; İstanbul’un bu işe 2 milyon lira harcayacak bütçesi mi var, neden Sydney’le tükürük yarıştırıyoruz...

Telefonu kurcalamayın

Bu kadınların, sevgililerin-kocalarının telefonlarını kurcalama halleri ne olacak?

Demet Akalın sevgilisinin telefonunu kurcalayıp mesajları görünce ayrılmak zorunda kaldı...

Süreyya Yalçın da eşinin, eski sevgiliyle mesajlaştığını yakaladığı için boşanıyor.

Elbette kadınlara, bırakın sevgilileriniz istediğini yapsın demiyorum...

Ama bir gerçeği de unutmayın;

Merak kediyi öldürür.

Telefon kurcalamak da ilişkiyi...
Yazarın Tüm Yazıları