Işık, Biraz daha ışık!

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Kış geldi. Havalar erkenden kararmaya başladı. Güne karanlıkta başlıyoruz. İş saatleri içinde güneşi göremeden yitiriyoruz. Işığa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Oysa karanlık çöktüğünde kent yeterince ışıldamıyor. İstanbul bir gözü kör bir güzel gibi. Ne kötü!

Geçen ayki National Geographic dergisinde dünyanın geceleyin uzaydan çekilmiş bir resmini yayınladılar. Uygar kentler bir ışık seli halinde görülüyor resimde. Ne kadar çok insan varsa, o kadar çok da ışık var kentlerde. Tabii bu, uygar dünyanın ölçeği. Derginin editörleri, geri kalmış bölgelerdeki kentler ile nüfus arasında böyle bir bağlantı bulunmadığını özenle belirtmişler.

Resimde İstanbul ne yazık ki biraz Pakistan veya Bengladeş'teki kentleri anımsatıyor. Yani yeterince aydınlanmamış bir kent. Oysa Batı bir zamanlar ışığı doğudan almış. Romalıların 'ex oriente lux' (Işık Doğu'dan gelir) sözü bunun en güzel delili. Şimdi ise Doğu koyu bir karanlık içinde.

TEM yolundan eve dönerken yer yer ışıklar sönük. Levent-Sarıyer üst yolunda da böyle ışıksız bölgeler çok. Geçenlerde şehrin kalbi sayılacak Açık Hava Tiyatrosu'nun önünden geçerken aniden bir ışıksızlık çukuruna yuvarlandım. Kentin yan mahallelerinden ise hiç söz etmeyeceğim.

Oysa ışık trafik için, suçu önlemek için, güvenlik duygusu için de çok önemli. Ama aldıran kim!

Önerim, başta büyükşehir belediyesi olmak üzere, sorunla ilgili bütün kurumların önüne Alman dilinin en büyük ustalarından Goethe'nin heykelinin dikilmesi. Altına da ünlü edebiyatçının ölürken söylediği sözleri kazıyalım: 'Işık, biraz daha ışık!'

Bununla meramımızı anlatamadıklarımıza da 'her yer karanlık' şarkısının bir plağını yollayalım.

Zeytinyağı dostları

Komili'nin Ayvalık'a yaptığı ve benim katılamadığım gezi içime dert olunca oturup zeytinyağı üzerine bir yazı yazmıştım. Çocukluk anılarımla dolu o yazıyla ilgili olarak çok kişiden cevap geldi. Zeytinyağının insanları dostluğa davet eden bir yanı olduğunu böylece bir kere daha görmüş oldum. Bu arada bir okuyucum, hemşehrim Prof. Dr. Dündar Sağlam'dan gelen mektubun yeri apayrı. O duygu dolu satırların bir kısmını sizlerle paylaşmak istedim.

'Zeytin ve zeytinyağı başlıklı yazınız beni çok duygulandırdı. Benim de Nazilli'de geçmiş çocukluk günlerimin anıları gözlerimin önünde canlandı. Zeytin ağaçları, incir ağaçları, pamuk tarlaları, dağ üzümleri, nar çiçekleri adeta sisler içinden bana bakıp gülümsüyorlar.

Her yıl olduğu gibi bu yılın eylül ayında Nazilli'ye gittim. Bilirsin içi evde hazırlanıp fırında pişirilen ünlü kıymalı pide kokusu hepimizin burnunu sızlatır. Üzerine limon yerine turunç sıkılan o mübarek pideyi dünyanın neresine gidersem gideyim unutamıyorum. Pideyi yedikten sonra perşembe günü kurulan Nazilli pazarının o muhteşem tablosunu seyretmeye gittim. Hiçbir şey değişmemiş gibiydi. Köylü kadınların küçük torbaları içinde pazara getirdikleri meyveler, sebzeler, yoğurtlar, kırılmış zeytinler zengin doğanın bize sunduğu nimetlerdi. Yoksullukları içinde sürekli gülümseyen, üstelik cömet olan köylü kadınlarının davranışları beni daima etkilemiştir. Köylülerin haklarını şehirlilerin ödediğini pek zannetmiyorum.

Annemin mezarını ziyaret için Eğriboyun mezarlığına gittim. Mezar taşları arasında dolaşırken birçok arkadaşımın, tanıdığımın isimlerini görmek beni çok duygulandırdı. Bu arada kimin taşını göreyim? Dr. İsmail Hakkı Şavkay. Zengin, yoksul bütün şehir halkının dertlerine çare olmuş bu hekimin önünde saygıyla eğilip dua ettim. Dedenin silüeti sisler arasında bana el sallıyor gibiydi. Baban Kaya Şavkay'ı daha dün gibi anımsadım. Bu sönen ve gölgelenen dünyada bize bir zevk-i tahattur kaldı diyen Ahmet Haşim'i düşündüm. Ziya Osman Saba'nın ünlü dizeleri geldi aklıma.

Allahım kararmasın şu göğün

Dal senin, ağaç senin, döktüğün

Yapraklarla, mevsimlerle, gün, gün,

Geçip gidişi ömrün...'

İşte kent hayatında giderek unuttuğumuz Anadolu kasaba hayatından bir kesim. İstanbul, kent hayatı ne kadar değişik oysa!

Hayatı kolaylaştırmak

Belediye otobüslerinin üzerindeki ışıklı levhalar dikkatinizi çekti mi bilmem. İETT otobüslerinin önüne ve arkasına uzaktan rahatça görülecek büyüklükte iki ışıklı levha koymuş. Böylece gelen otobüsün nereye gittiğini kolayca anlayabiliyorsunuz.

Yaşar Holding'ten İdil Hanım geçenlerde yeni çıkarttıkları bir biradan yollamış. Bir süre hediyenin anlamını kavrayamadım. Ta ki, birayı açıncaya kadar. İçmeye niyet ettiğimde biranın elle kolayca açılabildiğini gördüm. Gazoz kapağı açıcısına gerek olmadan elinizle kapağı çeviriyorsunuz ve birayı hemen içebiliyorsunuz. Her iki, deyim yerindeyse, ‘‘buluş’’ belki çok basit birer çözüm gibi görülebilir. Basit olmasına basit de, hayatımızı kolaylaştırdığı için çok önemli. Düşünenlerin ve uygulayanların eline sağlık.

Yazarın Tüm Yazıları