‘İran özentisi’ içki yasağında inandırıcı olmak için

ANTALYA’dan sonra Kuşadası’nda da ‘içki haritası’ çalışmaları başlamış. Antalya ile birlikte dünyada en çok tanınan turizm merkezimiz de böylece ‘içkinin toplumu yıkıcı etkisinden’ korunmuş olacak.

‘Darısı diğer kentlerimizin başına’ demeden önce aklıma takılan bazı şeyleri sormak istiyorum.

Türkiye’de aşırı içkiden kaynaklanan suçların sayısındaki artış ve niteliklerindeki değişme nedir?

İçki içilen yerlerin belirli bölgelerle sınırlanması, içkiden kaynaklanan suçların önlenmesi için bir çare olabilecek mi?

Antalya’nın filanca içki bölgesinde aşırı içki içen birisinin, içki içilmeyen bir bölgeye kadar ulaşıp, asayişi orada bozmasının önüne nasıl geçilecek?

Alkollü otomobil kullanmak gibi, içki içilen yer ile bir bağlantısı olmayan suçlar, bu yöntemle önlenebilecek mi?

İçişleri Bakanlığı’nın ‘özel içki bölgeleri yaratma’ genelgesini hazırlayanlar, herhalde ellerindeki suç istatistiklerini incelemiş ve konunun uzmanlarıyla bu sorunu tartışmış olmalılar.

Bütün bunlar açıklansa da hepimiz ‘içki yasağına’ gerekçe olan gelişmeleri öğrensek iyi olur diye düşünüyorum.

Hazır yeri gelmişken, ‘içki yasağı savunucusu’ AKP çevrelerinin konuya yaklaşımlarındaki bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum.

Öyle bir söylem kullanılıyor ki sanki içki içilen her yer ‘batakhane’ ve bu yerlere gidenler de ‘kendini kaybedip ülkenin huzurunu bozmaya eğilimli’ kişilermiş gibi bir durum ortaya çıkıyor.

Acaba gerçekler böyle mi? ‘Batakhane’ sınıfına sokulabilecek içkili yerlerin sayısı, insanların medeni bir şekilde yemeklerini yerken içki de içebildikleri, sohbet edebildikleri yerlerle kıyaslandığında son derece az olmalı.

Düzgün yerlerin sayısını azaltacak her girişim, eninde sonunda içkinin yeraltına inmesine ve gizli batakhanelerin sayısının artmasına yol açar. Amerika’daki eski içki yasağı döneminin, ünlerini bugün bile hálá koruyan gangster çetelerinin doğmasına yol açtığını hatırlamak gerek.

İçişleri Bakanlığı, ‘İran özentisi’ içki yasağında inandırıcı olmak istiyorsa, bu sorulara dürüstçe yanıt vermeli.

Kendinizi mutlu hissetmeniz için bir sır

İSTANBUL’un sanatla ilişkisinin her geçen gün biraz daha geliştiğini görmek beni mutlu ediyor. Sabancı Müzesi’ndeki Picasso Sergisi’ne gösterilen ilginin ‘bir anlık bir heves’ten ibaret olmadığı, müze kapısındaki kuyruklardan kolayca görülebiliyor.

Bu hafta sonu İstanbul’da zevkli zaman geçirmek isteyenler için benim de bir önerim var: Artİstanbul 2005, Lütfi Kırdar salonlarında pazar akşamına kadar açık. 75 sanat galerisi, 253 sanatçı ve iki bin eseri bir araya getiren bu dev sergiyi çocuklarınızla gezmenizi öneririm.

Bu yıl başka bir yerde kolayca göremeyeceğiniz resimleri bir arada görebilirsiniz. Özellikle Fikret Mualla, İvan Loubennikov, Antonio Segui gibi ressamların resimlerinden söz ediyorum. Genç ressam Ebru Uygun’un çalışmalarını, Ertuğrul Ateş’in resmindeki yeni dönüşümü, benim çok sevdiğim Şahin Paksoy’un seramik heykellerini ve Doğan Paksoy’un insanı bir şölenin içine çeken ‘Gece Işıkları’nı görmelisiniz. Bütün sanatçıları burada yazma olanağım ne yazık ki yok, ama 2000 eserlik bu sergiyi görürseniz, eminim o gün kendinizi daha mutlu hissedebileceksiniz.

Türkiye’de iyi şeylerin de yaşanabildiğini, yaratıcılığımızın ilerlediğini görmek, bana böyle bir duygu veriyor.

Türk futbolu küme düşüyor

FENERBAHÇE’nin Şampiyonlar Ligi’nden elenmesi, Galatasaray’ın Trömsö diye bir köy takımına karşı turu geçememesi, Beşiktaş’ın isimlerini bile söylemekte zorlanacağımız takımların olduğu bir grupta işinin mucizelere kalması aslında bir tek şeyi gösteriyor: Türk futbolu küme düştü!

Galatasaray’a UEFA Kupası’nı getiren, Milli Takım’la dünya üçüncüsü olan çok verimli bir kuşağı yenileyememiş olmamızın bir sonucu bu.

Artık yapılması gerekenin ne olduğu da çok açık: Önümüzdeki Dünya Kupası elemelerine kadar yeni bir futbolcu kuşağı yetiştirmek, onları yarışmacı takımlarımızda pişirmek gerekiyor. Ve ne yazık ki şu anda büyük kulüplerimizin başındaki teknik direktörlerin tümü de sadece ‘günü kurtarmak’ peşindeler.

Futbol Federasyonu’nun günlük ıvır zıvırla uğraşmak yerine bu konuda kapsamlı bir eylem planı hazırlaması şart. Yoksa her sene bu vakitlerde gazetelerimizde yine aynı haberleri okuyacağız: Bu sene de olmadı!
Yazarın Tüm Yazıları