İntikamı çocuklardan alıyorlar

Vatandaşa “eğitim reformu” diye yutturulmaya çalışılan düzenlemenin tek amacının imam hatiplerin ortaokullarını açmak olduğunu yazdım.

Haberin Devamı

Bazı okuyucular bundan “çocukların dinini öğrenmelerine karşı olduğum” sonucunu çıkarmış, pek de seviyeli olmayan e–postalarla bunu belirtiyorlar.

Hayır, çocukların dinlerini öğrenmelerine karşı değilim. Bu eğitimi kıyı köşede, cahil hocalardan alacaklarına, okulda bu iş için özel olarak eğitilmiş öğretmenlerden almalarını tercih ederim.

Karşı çıktığım şey, imam hatiplerin ortaokullarını açabilmek amacıyla, bütün eğitim sistemini altüst etmiş olmalarıdır.

İcat ettikleri 4+4+4 yıllık sözde kesintisiz eğitim ile okula başlama yaşını beş yaşına kadar düşürmelerine, bunu yaparken çocukların mental ve fiziksel gelişme düzeylerini hiç düşünmemelerine karşıyım.

Beş yaşındaki çocuklar ile yedi yaşındaki çocukların aynı sınıfta okula başlamalarının yaratabileceği sakıncaların dikkate alınmamış olmasına sinirliyim.

Sınıflardaki öğrenci mevcudunun düşürülmesi için çaba gösterilmesi yerine bazı okulları imam hatiplere tahsis ederek, sınıf mevcutlarının şişirilmesine karşıyım. 50–60 kişilik sınıflarda, aralarında bu kadar yaş farkı olan çocukların yeterli eğitim alamamaları tehlikesine dikkat çekmek istiyorum.

Beşinci sınıfların ortaokulun ilk sınıfı haline getirilmesiyle ortaya çıkacak sınıf öğretmeni fazlasının insan kaynaklarının ziyan edilmesi anlamına geldiğini söylüyorum.

Birçok okul imam hatip ortaokuluna dönüşecek, insanlar çocuklarını ya başka okula göndermek zorunda kalacaklar ya da mecburen imam hatibe göndermek durumunda olacaklar. Bu demokratik bir durum mudur?

İktidar partisi bunu bir tek amaçla yaptı: İmam hatiplerin ortaokullarını açmak, güya 28 Şubat’tan intikam almak!

İntikam duygularıyla milyonlarca çocuğun geleceklerinin tehlikeye atılmasına aldırmadılar bile. İntikamlarını çocuklardan alıyorlar.

Ve sonra çıkıp vicdanlı olmaktan, dindarlıktan filan söz edebiliyorlar, işte bu sahtekârlığa karşıyım.

Haberin Devamı

Bu sorunun yanıtını da merak ediyorum!

CUMHURBAŞKANLIĞI’nın internet sitesine vatandaşlar sorular soruyorlar ve bunların içinden seçilen sorular sitede yayınlanıyor. Sonra oylama yapılıyor ve en çok oy alan soruların sahipleri yanıtlarını bizzat Cumhurbaşkanı’ndan alıyorlar.

Dün bir okuyucum uyardı, baktım şu anda en çok oy alan soru şu:

Sayın Cumhurbaşkanım; Anayasa süreci ile beraber başkanlık, yarı başkanlık sistemi gündeme geldi. Bir kesime göre bu süreçte amaçlanması gereken parlamenter demokrasinin güçlenmesi ve kurumsallaşması olmalı. Hangi siyasal sistem, Türkiye’nin sorunlarına daha iyi çözüm sunar ve demokrasiyi güçlendirir?”

Bu sorunun dün itibariyle aldığı oy 152 bini geçmişti.

Acaba Cumhurbaşkanı buna nasıl bir yanıt verecek?

En iyisi parlamenter sistemdir” derse, Başbakan’ın beklentilerinin tersine bir düşünce ortaya koymuş olacak. Bu “kardeşlik hukukuna” nasıl sığar, bilemiyorum.

“Yarı başkanlık sistemi iyidir” dese, bu kez koltuğu Recep Tayyip Erdoğan’a kaptırıp, “yetkisiz başbakanlık” ile idare etmek durumunda kalabilir. Tabii kulislerde söylenen, “Erdoğan’dan sonra Başbakan Gül olacak” sözleri doğruysa.

Başkanlık sistemi en iyisidir” dese, bu kez siyasete toptan veda edip, erken emeklilik sorunu ile karşı karşıya kalacak.

Bakalım nasıl bir yanıt gelecek?

Tabii oylama sonuna kadar iyi saatte olsunlar devreye girip, soru siteden buharlaşmaz ise!

Haberin Devamı

Siyaset okullarına ders önerisi

TÜRK siyasetinin adı konulmamış sorunlarından biri de “pişkinlik” meselesidir.

Uzatılan her mikrofona konuşurlar, kendi seslerine âşık oldukları için ağızlarından çıkan sözü değil, sadece kendi seslerini duyarlar
.

Sonra da abuk sabuk sözlerinin haber olmasına kızar, gazetecileri suçlarlar. Standart savunmaları o sözleri söylemediklerini açıklamaktır.

Ama ses ya da video kaydı ortaya çıkınca taktik değiştirirler.

En mahcuplarından duyabileceğiniz söz “Amacını aşan bir söz oldu” şeklinde olur.

Daha az mahcup olanlar “O dediğinizi kast etmek istememiştim” derler.

Pişkinler “Sözlerim cımbızlandı, anlamı değiştirildi” savunmasına geçerler.

Bazıları adına düzeltmeyi kendisinden daha üst konumdaki siyasetçi yapar: “Arkadaşımız yanlış anlaşıldı!”

Kendinden daha üst pozisyondaki siyasetçinin sözünü düzeltmek için ortaya atılanlar da olur tabii ama bunlar sonradan bu işi yaptıklarına da pişman edilirler.
“Ucube heykel
” tartışmasındaki durumu hatırlarsınız.

Oysa yanlış bir söz söylendiği zaman düzeltmek, gerekiyorsa bu sözlerden zarar gören insanlardan özür dilemek bir erdemdir.

Kimse bunu yaptı diye küçülmez hatta bunu yapanlar zaten az olduğu için farklılaşırlar, itibar kazanırlar, daha sonra söyleyecekleri sözlerin de değeri artar.

Bilinir ki böyle bir siyasetçi yanlış bir söz söylüyorsa düzeltecektir.

Bütün siyasi partilerin iyi kötü bir “siyaset okulu” var, oralarda eğitimler veriliyor, gençler siyasete hazırlanıyor.

Bir de böyle bir “iletişimin idaresi dersi” konsa da hiç olmazsa gelecek kuşaklardaki siyasetçiler bu pişkinlik hastalığından kurtulsalar ne kadar iyi olurdu.

Yazarın Tüm Yazıları