İngiliş hay sukul for görls

Geçen yolum Beyoğlu’na düştü. Hazır oralara gitmişken dedim ki İstiklal Caddesi’ne gideyim, lisemi ziyaret edeyim.

Haberin Devamı

Mezun olduğum günden beri hiç gitmedim, bir kaçış o kaçış, öyle kaldı.
İstiklal’e inince bilinçaltıma yerleştiğinden mi ne, ilk önce çantamla totomu garantiye aldım. Eh zamanında bu toto neler gördü geçirdi İstiklal’de, dili olsa da anlatsa, bol hikâye çıkar valla.
Sonra aklıma dövdüğüm adamlar geldi, ben de boş durmamıştım tabii ki totoma uygulanan hareketlere ve de dille edilen sözlere.
Zaten 12 yaşımda boyum şu anki boyumdu, yine 1.73, elektrik direği gibi kızdım işte.
Baktım değil totoma yaklaşan, İstiklal’de suratıma bile bakan yok artık, ki ben şu günlerde 42’lik fıstık bir hatunum, hemen yöneliverdim bizim tavukçuya.
Sabahları Gülse’yle okula girmeden buluşup tıkındığımız o tavuk lokantamıza. (Haa Gülse evet, o Gülse yani Birsel.)
Her sabah aynı muhabbet; tavuk suyuna çorba, pilav üstü yarım tavuk ve su muhallebisi, sonra okula.
Ve Ayşe ders başlayana kadar uykuya... Sonra uyku sırasında iki cıvıltılı ses; “Günaydın kızlar.”
Ulen yine uykumun içine mıçtılar. Vuslat (Haa evet o Vuslat, şu an patronum olan yani Doğan Sabancı) ve Virna (ha evet onu tanımıyorsunuz, tanıtayım; Amerika’da yaşasaydı ve güzellik yarışmasına katılsaydı Miss Amerika seçilmişti, o kadar yani).
Bu arada Allah’tan kendimi sizlere kanıtlayıp sevdirmeyi başardım da şuracıkta Vuslat’ı yazdığımda “ha şimdi anlaşıldı bu köşeyi nasıl kaptığın” e-postalarına maruz kalmayacağım. Aman zaten benim ilk patronum Fatih Çekirge, onu da yazayım.
Sonra işte sınıfta gün başlar böylelikle, sınıfça çok sevilsem de hocalarca hiç sevilemedim senelerce. Bildiğiniz manyaktım, bildiğiniz deli, bildiğiniz tembel...
Aslında insan olarak severlerdi beni de uyumsuzluğum, insanları yoldan çıkarmam, kurallara kafa tutmam haliyle kızdırırdı onları.
Seçmeli dersini bırakırsam beni bütünlemeye bırakma-yacağına söz veren hocam oldu. Verdiği duayı ezberlemem şartıyla sınıfta gofret yememe izin veren de.
Prefect diye bir şey vardı bizde. En başarılı, özel 15 öğrenci seçilirdi son sınıflardan her sene. Bunlara birer rozet takılırdı.
Okulun ablaları olur, millete ceza keserlerdi. Bir nevi öğretmen ilan edilirlerdi.
Beni tabii ki kimse prefect seçmedi, neyimle seçsinler ki, neyim örnek ki? Ama taktım kafaya işte.
Baktım tuvaletleri mok götürüyor, gittim müdüre. O rozete sahip olacağım illa, işte mok temizlemeye bile razıyım, deliyim be!
Dedim ki; “Verin bana bir rozet, güvenin bana, tuvaletleri bana emanet edin.”
Kadın hayatının şokunu yaşadı o gün eminim ama kaptım rozeti de.
Oldum mu moktan sorumlu prefect.
Bok mok işte kavuştum rozetime.
Şimdi bizim kızlar okur bu yazıyı, derler ki ama yazmamışsın renk renk saçlarını ve tamtam dansını.
Kızlar kısa yazayım o zaman çünkü yerim az.
Saç boyamak okulda aslaaaaa ama kim takar, benim adım Ansa.
Tamtam dansı ise ben çıkarım sıralara eteği sokuştururum belime, saçları kaldırırım tepeye başlarım;
Holololololololololololololololoo diye tepinmeye.
Kızlar ritim tutar masalara vura vura;
“Yaşşa Ayşe, yaşşa deli Ayşeeeeee!”

Haberin Devamı

Ayşe’nin notu: Geçen gece Twitter’da iki arkadaş buldu beni, biri okul servisinden, diğeri okuldan, benden iki sınıf küçük.
Biri dedi ki “okulda idolümdün”, öteki dedi ki “seni hep severdim, şimdi de yazılarına bayılıyorum, seninle gurur duyuyorum”... Hololollolololololololo...

Yazarın Tüm Yazıları