İki gün önce Ayşe Arman'dım

Gamze Aydın 29 yaşında. Nautilus alışveriş merkezi içindeki Diesel'in mağaza müdürü. Sevdikleri tarafından çılgın, açık, esprili, girişken, biraz da deli olarak tanınıyor. Yani bir eğitim esnasında ben olmaya hiç itiraz etmiyor. Peruğu kafasına geçiriyor, benim yapamadığımı yapıyor Faslı şeytanın hakkından geliyor...

Zayıfladım ya...

Becerdim ya...

Şımardım ya...

Olmayacak bir şey için uğraşıyorum. İki beden küçük bir pantolonun içine girmeye çalışıyorum. Daha da zayıf görünmek için. Kadın olmak böyle bir şey. Bazen akıllara ziyan! Bir erkeği hayal edebiliyor musunuz, kasıklarını bastıran bir şeyin içine zorla girmeye çalışırken...

Teşekkür ederim!

Peki ampul almak için sokağa çıkmış bir erkeği, az sonra kendini Diesel'de pantolon denerken hayal edebiliyor musunuz?

Haklısınız, o da mümkün değil.

Onlar öyle şeyler yapmıyorlar. Ampullerini alıp paşa paşa eve dönüyorlar, hatta salondaki o yanmayan abajura takıp, mutlu mutlu altında oturuyorlar. Ben? Ampulü bulamadım ama çok güzel yatak çarşafları gördüm. Onlardan bir tane kaptım.

Ve hızımı alamayıp Diesel'e daldım.

*

Nefesini içine çek...

Biraz daha...

Hah tamam...

Şu an benim için gerçekten hayattaki en önemli şey bu jean'in içine girmek. Yere yatsam daha kolay kapatabileceğim bu fermuarı.

Ama şimdi dükkanın ortasında, debelenmek için kendini yere atmış bir kadın... Tuhaf kaçar! Ha gayret. Fermuara dikkat et. Sakın etini sıkıştırma. Oldu olacak... Vazgeçme, devam et.

İki işi birden yapabildiğim kanıtlanıyor.

O salak halimde mecburen dinlemem gerekiyor.

Çünkü biri benimle konuşuyor:

‘‘Aaa Ayşe Hanım! Sizi burada görmek ne güzel bir tesadüf!’’

Ölmek istiyorum!

Zaten bu lanet olası fermuar kapanmıyor, moralim bozuk, şu anda kimseyle sohbet edecek halde değilim, sadece ve sadece bu pantolonun içine girmek istiyorum. O ise hiç oralı değil devam ediyor: ‘‘Ben Nautilus Diesel mağaza müdürü Gamze Aydın. İki gün önce ben de Ayşe Arman'dım.’’

Hoppala!

*

Yazı deyip geçmeyin...

Konusunu buluncaya kadar insanın canı çıkıyor, bulup da yazıncaya kadar akla karayı seçiyor, okuyup da beğeninceye kadar...

Sonuçta genellikle bu kadar nafile çabanın hiç bir işe yaramadığını düşünüyorum. Gördüğünü, hissettiğini yazıyorsun da ne oluyor diyorum.

Tabii moralim bozuksa...

Öyle zamanlarda o şahane yazılarımın sonunu çekirdek külahı şeklinde görüyorum.

Ama değilse... Yani şimdi olduğu gibi...

İçine giremediğim jean'i bile unutup, tatlı tatlı Gamze Hanım'a sırıtabiliyorum.

Çünkü anlattığı olay hoşuma gidiyor.

*

Yapı Kredi World Card'ın bir eğitim programı var. Bu program dahilinde binlerce satış danışmanı ve mağaza yöneticisi eğitiliyormuş.

Dile kolay 200 markanın satış ekipleri!

Diesel de bunlardan biri. Benim Gamze Aydın yani. Bunun seninle ne alakası var demeyin. Bal gibi var. Farkında olmadan bir yazımda alışverişten sonra pişmanlık duyan bir müşterinin ruh halini pek iyi anlatmışım. Satış teknikleri dersinde ‘‘Müşterilere bunları yaşatmayın!’’ dedirtecek kadar.

Hemen o yazıyı hatırlatayım:

New York'taydım ve DKNY'ye girdim.

Bir Faslı şeytan çıktı karşıma. Onu getirdi, bunu götürdü, bunu giy, şunu çıkar dedi.

Ve ben galiba kendimde değildim. Kısmi depresyon olabilir, jet-lag olabilir, PMS sendromu olabilir, artık her ne haltsa, o ne derse yaptım. Güzel dedi. Yakıştı dedi. Al dedi. Bunu da al dedi. Bir gırtlağıma çökmediği kaldı. Peki dedim. Bir de ‘‘Siz zahmet etmeyin biz bunları otele göndeririz’’ demesin mi? Desin.

Sadece kredi kartını imzaladığımı hatırlıyorum.

Ne olup ne bittiğini anlamadan, yarı manalı yarı manasız bir gülümsemeyle biraz daha sokaklarda dolaştıktan sonra otele odama döndüm.

A elbiselerim benden önce gelmiş. Ne şahane bir servis! Ama o paketleri açıp, aldığım şeyleri denedikçe bir ter bastı beni. Aman tanrım! Böyle bir hıyarlığı nasıl yapmıştım. Ben asla giyemeyeceğim şeyler almıştım. Bir pişmanlık. Bir pişmanlık. Üstelik bir pahalı, bir pahalı...

Tabii ağlamaya başladım.

Geri götürmeye de utandım. Aradan bu kadar zaman geçti, bir kez olsun o aldıklarımı giymedim. Kime kakalamaya çalıştıysam da yediremedim, giydiremedim. İçimde kalan sıkıntıyı bir yazıyla size de devrettim.

*

World Card, benim duyduğum sıkıntıyı çok iyi anlamış ve eğitim programının derslerinden biri haline getirmiş. Üstelik bu dersi teatral oyuna dönüştürmüşler. Yani ne oluyor? Biri kafasına sarı peruk ve gözüne gözlük takıyor, oluyor Ayşe Arman, bir başkası da New York'taki Faslı şeytan satıcı. Satıcının oyunları, alıcının yaşadıkları ve sonradan duyduğu pişmanlık çok net bir şekilde sergileniyor. Ve sonuçta çözüm öneriliyor:

Bunların yaşanmaması için doğru satış tekniği nedir?

Gördüğünüz gibi yazılar arada sırada işe yarıyor.

Ne var ki, iki beden küçük blue jean'in fermuarı hálá kapanmıyor!

Merak etmeyin almayacağım...

Basbayağı Kazma işte!


Ben çok tuhaf bir film seyrettim: Eski Açık Sarı Desene. Yakında 100 sinemada birden gösterilecek. Bir futbol filmi ama değil. Tam olarak bir belgesel de değil. Acayip bir şey. Yani o eski püskü videomu elektrikçiye tamir ettirip karşısına geçmeme fena halde değdi. Üstelik ne GS'li futbolculara ne de futbol sporuna özel bir sempatim var. Bir adam çıktı bana futbolun sadece futbol olmadığını anlattı. Sadece bir film yaparak. Ama içeriden bir film yaparak. Onu kutluyorum. Bu gazetenin bir yerlerinde söz konusu filmi çeken adamın yani Ali Kazma'nın röportajını okuyacaksınız. Artanları da izninizle... Tamam anladınız...


Başka soyadı bulamadınız mı?

- Baba tarafım Rizeli. Türkiye'deki komik soyadlara bakarsanız pek çoğu oradandır. Belki de Laz'lıkla ilgili bir şey. Hoşuma gidiyor babamın Laz olması. Anne tarafımda da Ermenilik ve Kürtlük var. İyi bir karışım.

Soyadınızı değiştirmek için bir hamlede bulunmadınız mı?

- Yok canım. Alıştım. Bir duyan da bir daha unutmuyor!

E peki küçükken başa çıkmak için bulduğunuz bir formül filan...

- Başa çıkacak bir yanı var mı Allahaşkına? Basbayağı Kazma işte! Böyle kabul ettim. Lisedeyken takma adım Kazma'ydı, yakın arkadaşlarım hálá öyle der. Benden kimse Ali diye de bahsetmez, hep Ali Kazma'yım ben!

Tüm bunlar komplekssizliğinizin göstergesi olabilir mi?

- Bazı şeyler vardır öyledir, yapacak başka bir şey yok. En absürd şey Kazma soyadını değiştirmek olurdu!


Filminizin adı ‘‘Eski Açık Sarı Desene.’’ Kusura bakmayın ben anlamadığım için soruyorum. Eski açık, sarı demese ne olur!

- Bir kere yuhalanır! Biliyorsunuz, eski açık, yeni açık, kapalı ve numaralı tribün var. Kapalı, ‘‘Eski açık... sarı diye bağırsana!’’ diyor. Eski açık ‘‘Sarıııı’’ diyor, kapalı ‘‘kırmızııı’’ diyor, sonra ‘‘şampiyon’’ ve ‘‘cimbom’’ geliyor. Müthiş bir iletişim kurma çabası var burada. Ben bunu bir film ismi olarak hep aklımın arkasında tutuyordum ama kimseye söylememiştim. Sonra bir türlü isim bulunamadı. Ben cesaretimi toplayıp, ‘‘Eski açık sarı desene’’ güzel bir film ismi olur dedim. Bazıları beğendi bazıları hiç beğenmedi. Profesyonellere başvurduk, onlar da ikiye bölündü. Bu benim daha da çok hoşuma gitti. Direttim. Daha normal bir isim olacağına bu olsun dedim.
Yazarın Tüm Yazıları